ZEYNEL LÜLE (*)
(*) Gazeteci, TELE 1 programcısı
Diyarbakır’dan 20 kadar gazeteci yola çıktığımızda tarihi bir olaya tanıklık edeceğimizin bilincindeydik. Heyecanlıydık. 50 yıl süren ve binlerce insanın hayatına mal olan terör belasının son bulmasına yönelik bir sürecin başlangıcına tanıklık edecektik.
Önce Erbil’e, ertesi gün de neresi olduğunu bilmediğimiz ama Süleymaniye civarında olacağı söylenen tören alanına gidecektik. Kuzey Irak topraklarına girdikten sonra Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin ev sahipliği ile ilerledik. Güvenlik had safhadaydı ve etrafımızda adeta kuş uçurtulmuyordu. Toplam 12 saatlik bir yolculuk sonrası geceyi Erbil’de geçirdik.
Sabah erkenden yola koyulduk. Birbirinin aynısı ve “protokol” plakalı, son derece donanımlı lüks araçlarla yolculuğumuz başladı ve yaklaşık 3 saat sürdü. Gideceğimiz yeri aracımızın şoförü dahi bilmiyordu. Belki gideceğimiz adres, sadece konvoyun başındaki aracın bilgisindeydi. DEM Parti’nin davet ettiği gazeteciler arasındaydım. Süleymaniye yolunda soldan dağ yoluna saparak tepeleri çıktık. Yol boyu yüzleri kapalı ve sadece gözleri görünen donanımlı güvenlik güçleri vardı. Gittiğimiz yer, Casene mağarasıydı. Bu bölgenin geçmişine baktığımızda, tören alanının özellikle seçildiğini anladık.
Bu mağara, yalnızca coğrafi bir sığınak değil; Kürt siyasi hafızasında ve kültürel anlatılarında derin izler bırakmış bir mekândı:
1920’lerde, İngilizlere karşı bağımsızlık mücadelesi veren Şeyh Mahmud Berzenci, Casene’yi askeri üs ve matbaa merkezi olarak kullandı. Burada Kürtçe yayın yapan ilk gazetelerden biri olan Bangi Heq basıldı.
PKK için, Casene uzun yıllar boyunca stratejik bir üs, eğitim merkezi ve geri çekilme hattı olarak işlev gördü.
Casene, Kürt halkı için yalnızca bir örgüt mekânı değil; göçlerin, kayıpların ve direnişin tanığı olarak görülüyordu.
Tören alanına gittiğimizde sessiz bir bekleyiş başladı. Kürdistan Bölgesel Yönetimi’nin şahsiyetleri oradaydı. Önümde, Kürt hareketinin önemli isimlerinden Ahmet Türk vardı. Mardin’de yerine üç kez kayyım atanmış, sekiz yıldan beri yurt dışı yasağı olan ve sadece bu törene katılabilmesi için 3 gün önce yasağı kaldırılan kişi. Sol tarafımda ise DEM Partili ve STK üyeleri oturmuştu.
Mağara yönündeki merdivenlerden, disiplin içinde aşağıya inen PKK’lıları gördüğümüzde takvim 11 Temmuz’u, saat ise 11.20’yi gösteriyordu. Karşımıza silahlarıyla geçtiler ve Türkçe ve Kürtçe bildirileri okudular. Ekrana yansıyan Öcalan’ın son halini gösteren görüntü, onların tam arkasındaydı. KCK Yürütme Konseyi Eş Başkanı Bese Hozat Türkçe, PKK’nın önde gelen yöneticilerinden Behzat Çarçel ise Kürtçe bildiriyi okudu. “Silahın değil siyasetin gücüne” atıfta bulundular. Daha sonra Hozat, yasal ve anayasal düzenlemeleri bekliyoruz dedi. Yani, artık sıra “Ankara’nın atacağı adımlarda” mesajı verdi. Yine disiplin içinde sırayla silahlarını alana kurulan koca bir çanağın içine bırakıp, bizzat odunları koyarak yaktılar ve aynı merdivenlerden sırayla çıkıp gözden uzaklaştılar.
Barış anneleri ağlıyordu. Yıllarca hapiste kalan ve sağlık sorunları nedeniyle tahliye olan Gültan Kışanak gözyaşlarını tutamıyordu. Çok etkileyici bir 30 dakika yaşandı. DEM Parti Eş Genel Başkan Yardımcısı Öztürk Türkdoğan yanıma gelerek, “Yasal düzenlemeler daha önce yapılsaydı, örgüt üyeleri dağa doğru değil bize doğru geleceklerdi” diyerek bu sembolik anı özetledi.
Yine 12 saatlik bir yolculukla Diyarbakır’a doğru ilerlerken, her kilometre, bir önceki çatışmalı dönemi geride bırakmaya çalışıyor gibiydi.
Diyarbakır’a döndüğümüzde, sokaklar alışıldık ritminde akıyordu ama yüzlerde bir şey değişmişti. Mikrofon uzattığımız yurttaşlar, “Bu halk çok bedel verdi, artık barış istiyoruz”, “Devlet samimi olsun, acil adım atsın” diyordu. Bu sözler, Casene’deki sessizliğin Diyarbakır’da yankıya dönüştüğünü gösteriyordu. Barışa dair umut, hâlâ kırılgan ama artık daha görünür olmuştu.
PKK’nın Casene’deki sembolik silah imhası, yalnızca bir tören değil, çok aşamalı bir sürecin başlangıcı. Süreç, TBMM çatısı altında kurulacak “Terörsüz Türkiye Komisyonu” ile kurumsal bir zemine oturtulacak. Bu komisyonun görevi, silah bırakma sürecini izlemek, toplumsal entegrasyon mekanizmalarını geliştirmek ve yasal altyapıyı hazırlamak olacak. İnfaz yasasında yapılacak düzenlemelerle, suça karışmamış örgüt mensuplarının topluma kazandırılması hedefleniyor. Sürecin ilerleyişi, MİT raporlarıyla belgelenecek ve siyasi partilerin katılımıyla Meclis’te tartışılacak. Ancak bu sürecin başarısı, yalnızca teknik adımlara değil, toplumsal karşılığa ve siyasal mutabakata da bağlı. Barış, bir törenle değil, zamanla ve güvenle inşa edilecek.
Türkiye gibi demokratikleşme süreci kesintiye uğramış ülkelerde, barışı inşa etmek güç. Başka ülkelerdeki benzer süreçlerde, silahlar sustuğunda, demokratikleşme adımları hız kazandı. Bu nedenle barış, yalnızca ateşkesle değil, anayasal eşitlik, hukuki güvence ve toplumsal katılım ile anlam kazanır. Demokrasi olmadan barış sürdürülebilir değil; barış olmadan demokrasi de eksik kalır.
Demokrasi, bu birlikteliğin güvencesidir. Aksi takdirde barış, yalnızca güçlülerin tanımladığı bir sessizlik olur ve bu sessizlik, eninde sonunda yeniden çatışmaya dönüşür.