JEAN – LOUIS MINGALON
Gazeteci ve yönetmen, Tutkulu Tango Sözlüğü’nün (Seuil, Paris, 2015) ortak yazarı.
Küba müziğinin gizemi, kökleri yüzyıllar öncesine uzansa da modernliğini korumasında yatıyor. Farklı tarzları bir araya getiren kat kat bir hamur işi gibidir; ama özgün ve çok yönlü tınılar ortaya çıkarır. Yazar ve şair Blaise Cendrars’a göre bu müzik, yalnızca “yeni bir sanat biçimi değil, yeni bir yaşam sebebi.” (1) Alejo Carpentier’den Leonardo Padura ve Nicolas Guillen’e kadar adanın hemen her yazarının onu kendi üslubuyla anlatmasına ya da şarkılarını söylemesine şaşırmamak gerek.
Bu özgün tarih, kültürel karışım ve formların sürekliliğiyle şekillenir. Hikâye, törenlerinde davul ve marakas kullanan Taino yerlileriyle başlar; bu enstrümanlar günümüzde son, salsa ya da bolero gibi türlerde hâlâ yankılanır. 1511’de başlayan İspanyol sömürgeciliği, bu halkların yok olmasına yol açarken, Küba yaklaşık dört asır boyunca İspanya İmparatorluğu’na bağlanır. Gitarı en önemli çalgı olarak gören sömürgecilerin müzikal gelenekleri, yaşamın ve çalışmanın ilk mekanları olan kırsal kesimlere yerleşir. O dönemde icra edilen bir şarkı türü olan “punto”, kırsal yaşamı anlatmak için kullanılan doğal bir şiirsel ifade haline gelir. Bu gelenekten, özellikle 1928 tarihli “Guantanamera” adlı şarkıyla özdeşleşen “guajira” türü doğar. Şarkının sözleri, büyük şair ve bağımsızlık mücadelesi savunucusu Jose Marti’nin şiirlerinden esinlenmiştir. 18. yüzyılın sonlarına doğru ortaya çıkan ve yine İspanyol kökenli olan “guaracha” ise “teatro bufo”dan (komedi tiyatrosu) türemiş, hızlı tempolu bir türdür; önce hicivli, hatta cesur sözleri varken zamanla daha politikleşmiştir. Ayrıca giderek daha dansa uygun hale gelmiştir.
Sömürgecilerin müziği, Afrikalı kölelerin müziğiyle buluşuyor
Özel İçerik
Bu içerik sadece gazeteye abone olan okuyucular içindir.Yazının devamını okumak için gazetemize abone olmak ister misiniz?