HİLAL KÖSE
Edebiyatımızın en güçlü ve üretken kalemlerinden Ayşe Kulin, son kitabında büyük önder Atatürk’ün iç dünyasının kapılarını aralıyor. Everest Yayınları’ndan çıkan “Aylardan Kasım Günlerden Perşembe” adlı eserinde Kulin, Ata’nın çocukluğundan itibaren yaşamının dönüm noktalarıyla, ülkemizin varoluş sürecini ustalıkla harmanlıyor. Kitabın sayfalarında ilerledikçe, Atatürk’ün doğuşu ile Türkiye Cumhuriyeti’nin doğuşunun ne kadar da birbirine bağlı olduğunu daha iyi idrak ediyorsunuz. Atatürk’ün idealleri, kırılganlıkları, sevinçleri ve hüzünleri var kitapta… Büyük önder, Cumhuriyet’in 102. yıldönümünde halkıyla sohbet ediyor, içini döküyor. Kulin, “Atatürk’ün özelliği öncelikle çok merhametli bir insan olması, bir başka özelliği de yapayalnız bir adam olması” diyor.
Romanınızda Atatürk’ün kendi sesinden bir anlatı kuruyorsunuz. O’nu, iç dünyasına girip, kendi dilinden konuştururken okurda da Ata ile karşılıklı sohbet eder gibi bir his doğuyor. Bu kurguyu tercih etmenizin nedeni neydi?
Aynen buydu, bana sorduğunuz sorudaki havayı yani Atatürk ile karşılıklı sohbet ediyormuşum hissini yaratabilmekti. Bana gelen dönüşlerden başardığıma inanıyorum. İnşallah yanılmıyorumdur.
Atatürk, tarih kitaplarında genellikle bir kahraman, bir lider olarak anlatılır. Siz ise onu bir insan, bir yalnız adam olarak resmediyorsunuz. Bu yönünü öne çıkarmak sizin için neden önemliydi?
Her kahraman ve her lider önce bir insandır. Kahramanların ve liderlerin nasıl birer insan oldukları bence çok önemli çünkü onların ahlaki nitelikleri yaptıkları işlere yansır. Atatürk’ün özelliği öncelikle çok merhametli bir insan olması. Yoksul çocukları kız erkek ayırt etmeksizin kanatlarının altına alıp evlat edinmesi bu özelliğinin bir kanıtı. Bir başka özelliği de yapayalnız bir adam olması. Eşi yok, çocukları yok, çok az müşterekte dahi buluşamadığı bir kız kardeşten başka yakını da yok. Tek yakın arkadaşı Nuri Conker’in ölümünden sonra yaverleri sadakatlerine rağmen onun boşluğunu doldurmaktan uzaklar. Kısacası Atatürk yalnız bir adamdı, ben de kitabımda bu gerçeği yansıttım.
Romanınızın dili oldukça sade ama duygusu oldukça yoğun. Yazarken en çok hangi bölüm sizi duygusal olarak zorladı?
Atatürk’ün oynadığı son zeybeği yazarken gözlerimin yaşlandığını itiraf etmek zorundayım. Ata’mız son dansını yaptığının bilincindeydi ve o zeybek bir yöresel halk dansı olmaktan öte, onu seyretmekte olanlar üzerinden halkına bir veda gösterisiydi bence.
Atatürk’ün kendini anlattığı bu roman, bugünün okuruna da çok şey söylüyor. Siz bu kitapla, bugünün Türkiye’sine ne hatırlatmak istiyorsunuz?
Kitabım Atatürk’ün Türk milletine barışı sevdirmek, savaştan uzak tutmak ve geniş kapsamlı bir eğitimle ülkesini ileri medeniyetlere ulaşmış milletlerin arasına sokma azmini anlatıyor. O bunu başardı ama ne yazık ki bizler o çizgiyi devam ettiremedik, kifayetsiz politikacıların yüzünden hızla irtifa kaybetmekteyiz. Bu kitapta ben herhangi bir mesaj vermiyorum. Arif olan anlıyor.
Anıtkabir ziyaretçi rekorları kırıyor. O’na olan sevgi her geçen gün artarken, ideallerini anlamak ve sürdürmek giderek daha da zorlaşıyor olabilir mi? Günümüz Türkiye’si kurucusuna ne kadar uzak, gözlemleriniz neler?
Anıtkabir ziyaretçileri rekorları kırıyor olabilir ama ülkeyi idare etmekte olan iktidar eğitimi üç artı üç yıla indirmeyi planlıyor. Yani yedi yaşında okula başlayan bir öğrenci on üç yaşında eğitim dışı kalabilecek. Üniversite bilgilerini on üç yaşındaki beyinler kavrayamaz. Bunun ne demek olduğunu ben şöyle yorumluyorum; kızlar için erken evlenme, erkekler için liyakatsiz bir gençlik yaratma planı. Türk gençliği bunu asla hak etmiyor. Dilerim Anıtkabir ziyaretçileri seçim sandığına gidileceği gün kutsal bir görev anlayışıyla sandıklara koşarlar çünkü bugün okullarda çocuklara 1918’den itibaren düşman işgali altındaki ülkemizi Kurtuluş Savaşı ile Atatürk’ün kurtardığı öğretilmiyor. Sadece bu dahi Türk tarihine bir ihanettir.
Uzun yıllardır ülkeyi yöneten siyasi iktidarın Atatürk ilkeleri ile kavgalı olduğunu ve onları aşındırmak için çabaladığını da görüyoruz. Sizce bu savaşı kim kazanır? Türkiye’nin geleceğine baktığınızda ne görüyorsunuz, karamsar mısınız umutlu mu?
Türkiye’mizi bugüne kadar hep Avrupalı ülkelerin ligine sokabilmeye çalıştık. Bunun bence tek nedeni Avrupa liginde oynayan ülke halklarının tarafsız yargıya ve çağdaş eğitime erişebilme fırsatının yüksekliği idi. Günümüz iktidarının beklentileri başka. Seçimlere gidilirse barışçıl bir değişim olacaktır. Gidilmeyecek olursa biz de Orta Doğu ülkelerinin karanlığına gömülürüz. Ben asla umudumu yitirmiyorum. Türkler küllerinden doğmayı başaran insanlardır.
 
			 
                                
