Gökhan DURMUŞ
Türkiye Gazeteciler Sendikası (TGS) Genel Başkanı
1 Mayıs, işçi sınıfının sekiz saatlik iş günü mücadelesinden doğmuştur. İşçilerin günde 18 saate varan çalışma sürelerine karşı sekiz saatlik iş günü talebiyle verdiği iki yüzyıllık uzun ve zorlu mücadelelerin mirasıdır. 1 Mayıs, tüm dünya emekçilerinin bu taleple grevler ve gösteriler düzenlediği 1 Mayıs 1890’dan bu yana işçi sınıfının uluslararası eylem günüdür.
İşçi sınıfının ayrılmaz bir parçası olan gazeteciler de 1 Mayıs’larda yıllardır hem eylemci hem de haberci oldular. 1970’ler ve 1980’ler gazetecilerin örgütlülük açısında en güçlü oldukları dönemlerdi. Türkiye Gazeteciler Sendikası sektörün büyük çoğunluğunda örgütlüydü. Toplu iş sözleşmeleri ile gazetecilerin haklarını koruyor ve ilerletiyorlardı.
1990’lardan sonra medya sektöründe işveren yapısının değişmesiyle birlikte politik ve ticari çıkar ilişkileri ortaya çıktı. Bunun önündeki en büyük engel olarak editoryal bağımsızlık ve basın özgürlüğünün ortadan kaldırılması, dolayısıyla da sendikanın tasfiye edilmesi gerekiyordu. Bir kısmı bugün hâlâ günah çıkaran yöneticiler aracılığıyla Milliyet, Hürriyet gibi gazetelerde sendika tasfiye edildi.
Asıl neden ekonomik sebepler değil patronların ticari kaygılarıydı. Dolayısıyla sendikanın tasfiye edildiği ilk yıllarda gazetecilere geçmiş dönemlerde toplu iş sözleşmesi ile kazanılmış tüm hakları ödendi. Yeniden sendikaya yönelim olmaması için bu taktiği izleyen medya patronları, ilerleyen dönemde gazetecilerin kazanılmış haklarını tek tek almaya başladı. Özellikle AKP’nin iktidara geldiği 2002 yılından sonra kanunlarla verilmiş haklar da yargı eliyle gasp edildi. Eski adıyla 212 yeni adıyla 5953 Sayılı Basın İş Kanunu’nda haberi ve haberciyi koruyan maddeler yargı kararlarıyla ortadan kaldırıldı.
2010’lara geldiğimizde gazetecilerin örgütlülüğü tamamen dağıtılmış, odak noktaları basın özgürlüğüne yöneltilmişti. Çünkü gazeteciler sürekli yaptıkları haberler nedeniyle yargılanıyor, gözaltına alınıyor ve tutuklanıyordu. Tüm enerjisini gazetecilerin özgürlüğü için mücadeleye ayıran sendika, son kalesi olan Anadolu Ajansı’nı da hükümet baskısıyla kaybetti. Ama sendikal özgürlüklerin, demokrasinin, hukukun bağımsızlığının teminatı olan basın özgürlüğü mücadelesinden vazgeçmedi.
Basın özgürlüğü sendikal örgütlenmeyi de etkiliyor
AKP iktidarı toplumun yapısını değiştirme yolunda medya gücünün farkındaydı ve bunu sonuna kadar kullandı. Medyanın büyük çoğunluğunu eline geçirmesine rağmen basın özgürlüğüne yönelik saldırıları son bulmadı. Medya kuruluşlarının kapatılmasından, gazeteci tutuklamalarına, yargılamalardan para cezalarına kadar her yolu denedi basını susturabilmek için. 3 Mayıs Dünya Basın Özgürlüğü günü tüm dünyada kutlanıyorken bizim ülkemizdeki tablonun ne kadar vahim olduğu son bir yıllık verilerde bile ortaya çıkıyor. Son bir yıl içerisinde 29 gazeteci cezaevine girdi, 18’i hâlâ tutuklu. En az 140 davada 280 gazeteci hâkim karşısına çıktı. 56’sı fiziksel, 90 gazeteci sözlü saldırıya uğradı. RTÜK özellikle muhalif kanallara son bir yılda 87 milyon lira para cezası kesti.
İktidar bunları yaparken “muhalif” ya da “yandaş” medya patronlarının sendika düşmanlığı da hız kesmedi. Hürriyet Gazetesi patronu Demirören’ler sendika yetkisine nasıl itiraz ettiyse Halk TV patronu Cafer Mahiroğlu da sendikanın yetkisine itiraz etti. Yıllardır yetki davaları devam ediyor. Amaçları sadece ekonomik olarak sendikanın isteklerine karşı gelmek değil. Editoryal bağımsızlığın toplu iş sözleşmesi ile güvence altına alınmasına da karşı çıkıyorlar.
Basın özgürlüğü gazetecilerin sendika hakkı kadar doğal ve öncelikli talebidir. Tabii ki basın özgürlüğünün sadece gazetecilerin değil toplumun tüm kesimlerinin öncelikli mücadele noktası olması gerekiyor. Buna işçiler de dahil. Bugün Türkiye’de sendikal örgütlülük oranının yüzde 14’lerde olmasının nedenlerinden biri de gazetecilerin sendikasız olması. 1 Mayıs’ta alanları on milyonlarca işçi ve emekçi dolduramıyorsa, bunun nedeni örgütsüzlük…
Yeniden örgütlenme ve yoksullaşan gazeteciler
2015 yılından itibaren genç kuşak gazeteciler içerisinde sendikalı olma fikri yeniden yayılmaya başladı. Sektör içerisinde uzun yıllar yapılmayan ücret artışları, hakların budanması özellikle genç gazetecileri örgütlenme fikrine itti. Sendikaları ile buluşan genç gazeteciler küçük de olsa kazanımlar elde etmeye başlayınca sendikalaşma dalgası sektöre yeniden hâkim oldu. Ancak sendikalar örgütlenmesini engelleyen yasal hükümler ve uzun dava süreçleri gazeteciler arasında bu fikrin yayılma hızını yavaşlattı. Yine de sağlam bir şekilde örgütlenen işyerlerinde refah düzeyeninin yeniden eskileri aratmayan noktalara geldiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Sendika fikrini benimseyemeyen, kendisinin sendikanın bir parçası olarak görmeyen gazetecilerin olduğu işyerlerinde ise kazanımlar sınırlı kaldı. Ancak gazetecilerin örgütlenmesini engelleyen tüm süreçlere rağmen hâlâ ısrarla örgütlenme gayreti içerisinde olan gazetecilerin varlığı da geleceğe umut taşıyor.
Pandemi süreci ile başlayan ve iktidarın yanlış politikaları nedeniyle hâlâ devam eden ekonomik krizden medya sektörü de büyük bir yara aldı. Gazeteci yoksulluğu her geçen gün artarken geleceğe güvensiz bakan bir meslek grubu oluştu. Asgari ücret ve ona komşu ücretlere mahkûm edilen gazeteciler, en temel ihtiyaçlarını bile karşılamaktan yoksun hale getirildi. Hiçbir zaman zenginleştiren bir meslek olmamıştı ama temel ihtiyaçlarını bile karşılamakta zorluk çekilen bir dönemi de yaşamamıştı gazetecilik. Bu derin yoksulluk gazeteciler içerisinde sendikalaşma eğilimlerini artırsa da mücadeleyi başkasına (sendikacıya) yükleyen bir anlayış da hâkim hale gelmeye başladı.
Sendikalar, çalışanların kurdukları ortak örgütlerdir. Üyenin bir parçası olmadığı bir örgütlenme ve hak alma mücadelesinin başarıya ulaşma şansı olmayacaktır. Bu sebeple yoksulluğa, güvencesizliğe, basın özgürlüğü ihlallerine karşı, demokrasiye sahip çıkmak için gazetecilerin sadece sendikalı olması değil aynı zamanda örgütlü olması, dayanışma içerisinde olması gerekmektir.
1 Mayıs alanlarını doldururken “sendika görev verdi” değil “hak mücadelesi yürütüyorum” demek gerekiyor. Gazeteciler kendi haklarını almak ve korumak için sokaklarda olmalı ve sınıfdaşlarıyla aynı sloganı atmalıdır; YAŞASIN 1 MAYIS Birlik, Mücadele ve Dayanışma…