BURAK TATARİ
Türkiye’den 21 gazeteci, Avrupa Birliği Türkiye delegasyonunun davetlisi olarak AB’nin başkenti Brüksel’e gittik. Yetkililerle hem Türkiye – AB ilişkilerini, hem de Ukrayna, İran, Gazze’deki çatışmaları görüştük. Brüksel’in Ankara’ya bakışının Ukrayna, göçmenler ve güvenlik meseleleriyle sınırlı olduğunu, Türk demokrasinin ise neredeyse hiç gündemde olmadığını görmek üzüntü vericiydi.
İran – İsrail savaşının en yakıcı günlerinde Brüksel’e uçarken beklentim, tıpkı Türkiye’de olduğu gibi Avrupa Birliği’nde de bir numaralı gündem maddesinin bu savaş olmasıydı. Ama yanıldım. Nükleer tehlike bile AB’nin gündemini değiştirmeye yetmemişti. Avrupalı yetkililerin önceliği, son 3.5 yılda olduğu gibi Ukrayna’daki savaş ve ABD Başkanı Donald Trump’ın AB’ye askeri yardımı kesme ihtimaliydi. Öncelik bu olunca Türkiye’ye bakışın odak noktası da güvenlik meselesiydi. Bu da, her ne kadar süreç dondurulmuş olsa da AB adayı Türkiye’nin demokrasi krizine sözde bile olsa değinilmesinin önüne geçmiş durumda.
AB’nin Türkiye Büyükelçisi: Vize krizi utanç verici
Brüksel seyahatimiz boyunca bize Avrupa Birliği Türkiye Büyükelçisi Thomas Ossowski eşlik etti. Büyükelçi, Türkiye’de göreve geldiği günden bu yana sadece bir yıl geçmiş olmasına rağmen empati yeteneğiyle, ülkemizin temel meselelerini anlamış olmasıyla dikkat çekti. Ossowski, Türk vatandaşlarının AB ülkelerinden randevu almakta bile zorlanmasıyla zirveye çıkan vize krizini, “Utanç verici, kabul edilemez ve sürdürülemez” olarak niteledi. Büyükelçi, sorunun sadece AB ülkelerinden değil, Ankara’dan da kaynaklandığını söyledi. Türkiye’nin beyin göçünün artmasından endişe ettiğini savundu.
Ossowski, İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı ve CHP’nin Cumhurbaşkanı adayı Ekrem İmamoğlu’nun tutuklanmasıyla ilgili, “Bu hiç iyi değil” dedi. İmamoğlu’nun tutuklanmasının ardından sokaklara dökülen ve protestolara katılan öğrencilerin üç ay boyunca hâkim karşısına çıkarılmadan tutuklu kalmasının kabul edilemeyeceğini söyledi. Akşam yemeğinde, yeni şansölye Friedrich Merz tarafından, Almanya’nın yeni AB Büyükelçisi olarak atandığını ve Ankara’dan Brüksel’e taşınacağını duyururken, bunun Türkiye için kayıp olduğunu düşündüm. Parlak bir büyükelçi olan Ossowki, sonraki bir sohbetimizde AB’de bir Türkiye dostu olarak görev yapacağını söyledi.
AB Dış Politika Şefi, İmamoğlu’nun adını anmadı
Brüksel ziyaretimizin ikinci gününde en fazla merak ettiğim görüşme, eski Estonya Başbakanı, AB’nin Dış Politika Şefi Kaja Kallas’la olandı. AB’nin yürütme organının bir numaralı dış politika sorumlusunun, Türkiye’de demokrasi alanında yaşanan büyük kayıplar ve İmamoğlu tutuklamasına vereceği yanıtı merakla bekliyordum. Sıra bana geldiğinde, Avrupa Birliği’nin meseleye bakışını sordum. Kallas’ın yanıtı benim için tam bir hayal kırıklığıydı. Kallas, yanıtında İmamoğlu’nun adını anmadı. “Yaşananlar kaygı verici” dedikten sonra, meseleyi “insan hakları ihlali” olarak değerlendirdi. Oysa yaşanan olayın, hukuki değil, siyasi olduğu apaçık ortadaydı. Kallas, meselenin “adil seçimler”, bir cumhurbaşkanı adayının tutuklanması gibi boyutlarına değinmedi. “Peki Türkiye’deki muhalefetle görüşüyor musunuz” soruma, “Türkiye’de sivil toplumla bir araya geldim” yanıtını verince, devreye Büyükelçi Ossowki girdi. Kendisini, “Muhalefetle sıklıkla görüşüyoruz, hatta 19 Mart günü gözaltına alınmasaydı, İmamoğlu ile bir araya gelecektik” demek zorunda hissetti.
Son görüşmemiz, Brüksel’de Türkiye’yi belki de en iyi anlayan kişi, Avrupa Parlamentosu Türkiye raportörü Nacho Sanchez Amor’laydı. Geçen haftalarda Ekrem İmamoğlu’nu Silivri’de ziyaret eden İspanyol sosyal demokrat siyasetçi, “Türkiye’nin AB üyelik yolu İmamoğlu’nun kaldığı Silivri’den geçiyor, Bayraktar’dan değil” derken, Avrupa’nın güvenlik mimarisini önceleyen AB bürokratlarını eleştiriyordu. İmamoğlu davasının tamamen siyasi bir dava olduğunu söyleyen Amor “İmamoğlu, Binali Yıldırım ve Murat Kurum’u mağlup etti. Siyasetçilerin yapamadığını başsavcı yaptı. İmamoğlu politik bir hamlenin mağduru” diyerek meseleyi özetledi.
Böylelikle Brüksel ziyaretimizde, AB’nin Türkiye’de yaşananlara dair üç farklı perspektifini gözlemledik. Ama “resmi” tutumun Kallas’ın “görmezden gelme” yaklaşımı olduğunu aklımızdan çıkarmadık. Bu da Avrupa Birliği’nin kurumsal olarak Türkiye’yi aday ülke olarak görmekten çoktan vazgeçtiğini, Ankara’nın an itibariyle “stratejik ortak” olarak tanımlanan önemli bir komşu veya tampon ülke olarak görüldüğünü ortaya koyuyor. Bu durum, Türkiye’deki demokrasi mücadelesinin AB tarafından desteklenmediğini ve Brüksel’in mevcut iktidarla ortaklığı ilerletmek istediğini gösteriyor.