MUSTAFA K. ERDEMOL
Hiçbir zaman bir hukuk cenneti sayılmazdı elbette ama son 23 yıldır AKP hükümetlerinin yönetiminde yargısı hayli tartışmalı bir ülkeye dönüştü Türkiye. Erk için rakip ya da tehlikeli olabilecek her figür yargı eliyle etkisizleştiriliyor artık. En küçük hukuk normlarına bile dikkat edilmediği, yargılamaların, üstelik henüz bir karara varılamadan “infaz” aracı olarak kullanıldığı son derece sıkıntılı bir süreçte Türkiye.
Normalini yitiren ülkelerde manzara hep aynıdır. Kaybolan normalin yerini gariplikler, anlaşılmazlıklar, nihayet haksızlıklar doldurur. Türkiye şu anda tam da böyle bir görüntü sergiliyor. Hannah Arendt haklı gerçekten; “en kötü insanların korkularını, en iyi insanların ise umutlarını kaybettiği karanlık zamanlarda yaşıyoruz”. Kötü insanların korkularını kaybetmesi onları durduracak hiç bir insani bariyer olmadığı anlamına gelir bu arada. Kötülerin bile kaybedeceği şeylerin olduğu bir ülke halindeyiz. Son derece saçma bir hal yani.
İçinde bulunulan durumun dünyanın ilgisini çekmemesi düşünülemez haliyle. Türkiye’de yaşanan yargı haksızlıklarına “dışarıdan” tepki gelmesi “milli kodlara” çarparak bir eleştiri konusu yapılır çoğunlukla. “İçişlerimize kimse karışamaz” itirazı gelir bunun arkasından. Oysa “işimize karışanlar” basit bir gerçeğe inandıkları için yaparlar bunu. O inandıkları gerçek, Martin Luther King Jr’ın ifadesiyle şudur: “Herhangi bir yerdeki adaletsizlik, herhangi bir yerdeki adalet için bir tehdittir.” Ülkemizdeki bir adaletsizliğin, bir başka ülkedeki adalete zarar vermemesi için ilgilidirler bizle.
Kaldı ki bize “karışılmasının” koşullarını yaratan da biziz. Ülkemiz yargısı son derece tartışmalı oluşuyla dünyanın ilgisini kendisi çekiyor üzerine. Onlarca örneğinden sadece birisidir bu yazının konusu. Ciddi bir hak ihlaline dönüşmekte olan bir “dava”dır söz konusu olan.
18 Şubat 2025’de düzenlenen Halkların Demokratik Kongresi (HDK) operasyonunda ev baskınlarında gözaltına alınan 35 kişi tutuklama talebiyle, 13 kişi de ev hapsi istemiyle mahkemeye sevk edildi, bilindiği gibi. Bunlardan 30 kişi tutuklandı, 13 kişi ev hapsine mahkûm edildi, 7 kişi için de adli kontrol kararı verildi. Tutuklananlar arasında gazeteciler Elif Akgül, Ercüment Akdeniz, Yıldız Tar ile EMEP İstanbul İl Başkanı Sema Barbaros da vardı.
Hepsi dostumdur kuşkusuz ancak içlerinde en yakın tanıdığım kardeşim, dostum, meslektaşım Ercümet Akdeniz’dir. Avukatı Umut Akdeniz “Dosyada müvekkilimin herhangi bir suç işlediğini gösteren tek bir emare yoktur. İddianamede müvekkilin Emek Partisi dönemindeki hukuka uygun siyasi faaliyetleri ile gazetecilik faaliyetleri bir suç unsuru olarak gösterilmiştir. Dosya kapsamından müvekkilin masumiyeti açıkça görülmektedir” diye anlatıyor durumu.
Görüldüğü gibi, yaygın deyimle, “bir tedbir olması gereken tutuklama” başlı başına bir cezaya dönüşmüş durumda. İstanbul 26. Ağır Ceza Mahkemesi’nde mayıs ayında yapılan incelemede Ercüment’in tutukluluğun devamına karar verilmişti. Ercüment ile beraberindekiler, yazının yazıldığı şu ana kadar tam 161 gündür mahkemeye çıkarılmış değiller.
“Herhangi bir yerdeki adaleti” de yaralayan adaletsizlik işte budur. Adaleti sadece bazı coğrafyalara ait “erdem” sanma hissiyatımız, ülkemizde ona rastlamayışımızdandır belki de. İnsanlar için yine insanlar tarafından yaratılmış adaletten payını alamayan bir “coğrafya mağduru”na dönüştürülmüştür Ercüment ile arkadaşları.
Ercüment, resim eğitimi almasına rağmen tüm zamanını, birikimini özellikle göçmen ağırlıklı emekçilere ayırmış aydın bir gazetecidir. Eğer resimle uğraşsaydı tablolarına da yansıtacağı kesin olan renk çeşitliliğini göçmen emekçilere yönelik çalışmalarında da görebilirsiniz. Tek bir “renk” yoktur o çalışmalarda, her “renk”ten emekçinin sorunlarını sorun etmiş bir “emek ressamı”dır bu yanıyla. Suriyeli, Pakistanlı, Afganistanlı ne kadar göçmen emekçi varsa yanıbaşında onu görürsünüz. Bir siyasi partinin, EMEP’in üç yıl sürdürdüğü genel başkanlığı sırasında da asıl uğraşı yine mülteci / göçmen emekçiler olmuştur. Kafasında hep onlar vardır. Tek kişi olmasına rağmen içimizde “en kalabalık” olan Ercüment’tir.
Çok kitap yazdı; anımsadıklarım arasında şunları sayabilirim: Suriye Savaşının Gölgesinde: Mülteci İşçiler”, “Ölüm Koridorundan Mülteci Pazarlığına: Sığınamayanlar”, “En Güzel Şarkı”. Bu çalışmaları takdir de gördü Ercüment’in. Fişek Enstitüsü Çocuğun İnsan Hakları Ödülü sahibidir örneğin. Musa Anter Gazetecilik Ödülü de vardır. Hepsi değerlidir ama bana sorarsanız en güzeli şudur: Halkevleri’nin verdiği Hakikatin Peşinde Koşanlar Ödülü. Bu sonuncusu yaşamının özetidir çünkü.
İnanç yitimi yaşadığım bir haldeyim. Şudur; yoldan kimi çevirirseniz sorduğunuzda “adaleti severim” yanıtını alırsınız. İnandırıcı bulmayışım, bizde sevginin, “korku” temelli oluşundandır. “Çoğu insan için adalet sevgisi, adaletsizliğe uğrama korkusundan başka bir şey değildir” demiş akıllı insanlardan biri. Bu korkuyu atabilsek, yine adaleti sevmeye devam ederiz ama herkes için adilane uygulanmasına katkı veririz hiç değilse. Yoktur.
Gazetenizi elinize aldığınızda Ercüment çoktan mahkemeye çıkmış olacak. İlk duruşması 31 Temmuz’daydı çünkü. Umarım geç kalmış da olsa “tecelli” eder artık adalet. Lütfen etsin.
Etsin de “Bu adaletsiz bir dünya. Adalet sadece tiyatro gösterilerinde zafere ulaşır” demiş olmakta yanılsın İngiliz yazar William Schwenck Gilbert.
Ya tecelli etmezse? O zaman, Ercüment ile arkadaşları benzetme için lütfen bağışlasınlar, “Kanunlar, içinden büyük sineklerin geçtiği, küçüklerin ise yakalandığı örümcek ağlarıdır” diyen Balzac haklı çıkmış olur. Buradaki “küçük sinek” benzetmesi savunma hakkından yoksun bırakılanları ifade eder. Son derece yerinde bir benzetmedir de.
Oysa adalet, tanımı son derece basit, adil olunduğunda tadından yenmez güzel bir insan icadıdır. “Adalet benim istediğimi yapmama izin verilmesidir. Adaletsizlik, bunu yapmamı engelleyen şeydir” diye ne güzel özetlemiş Samuel Johnson.
Görüşeceğiz sevgili kardeşim. Eninde sonunda ama “bir gün mutlaka”. İstediğini yapmana izin verecek adaletin geldiği günler de çok uzak değil.