ÇETİN YİĞENOĞLU
Ekonomideki delik çok büyük, üstelik her yeri eprimiş; zor yama tutacağa benzer. Öbür stratejik ihanetleri uzmanlara bırakarak tarımdaki enfeksiyonun nedenlerine bakınca Çukurovalı üreticinin o çığlığı dayatıyor kendini: “Satacak avradımızdan başka bir şeyimiz kalmadı.”
Bir lokma ekmekle bir hırka yeleğe razı masum halk, küresel emperyalizmin acımasız saldırılarından görece uzaktı o sıra. Bugünkü karabulutlar görünmemesine karşın, üreticiler artık öz değerlerini satma noktasına getirildiklerinden yakınıyordu. Emperyalizm, saldırıya Çukurova’dan başlamıştı. Doğu ile Güneydoğu’daki hayvancılığa sonra geldi sıra.
Komprador burjuvalığa soyunan Çukurova’da semirmiş bazı ürkek ağalar gelişmeler üzerine rant birikimini Marmara’ya transfer etti. Onları bazı “toz-otobos” varsılı Güneydoğulu feodal beyler izledi.
Siyasal iktidar tarafından yaklaşık 40 yıl önce yapılanların üzerine son 22 yılda tüy dikildi. Tarım Yasası, Üretici Birlikleri Yasası, Tarım Sigortası Yasası işlevsizleştirildi. Ziraat Bankası tarımdan kopartıldı. Tarişbank’a el konuldu. Başta şeker, gübre, kamu fabrikaları, TEKEL, TİGEM, üretici örgütleri kapatıldı.
Tarımsal kredilerin toplam krediler içindeki payı yüzde 9.6’dan yüzde 3.5’e (2005) geriletildi. Tarımın bütçeden payı 6 milyar azaltılarak 1.1 milyar Dolara indirildi. GSMH’ye oranı 3.2’den 0.5’e düşürüldü. Tarım ürünleri dışsatımının toplam dışsatım içindeki payı yüzde 12.8’den yüzde 6’ya inerken gerekli önlemler alınmadı. Daha önce 1.5 milyar Dolar fazla veren tarımsal dış ticaret dengesi önce 227 milyon Dolara geriledi (2000-2004). Sonra ipin ucu kaçırıldı.
Hayvancılık, neredeyse tümüyle tasfiye edildi. Koyun sayısı 40.6 milyon baş iken (1990-2004) 25.3 milyon başa, kırmızı et üretimi 507 bin tondan 409 bin tona düştü.
Bitkisel üretim azaldı. Nohut üretimi 860 bin tondan 620 bin tona, mercimek üretimi 846 bin tondan 540 bin tona, soya üretimi de 162 bin tondan 50 bin tona geriledi. Pamuk dışalımı 50 bin tondan 650 bin tona çıktı. Pamuk ekiminin azalması çiğit yağının azalmasına yol açtı. Petrolden sonra en yüksek döviz, bitkisel yağa gitmeye başladı.
Gelinen noktada borç – faiz kıskacına sokulan üretici, narenciye, zeytin gibi ağaçları sökerek üretim gideri az ürün yetiştirme yollarını aramaya yöneldi. Bu ara yeraltı suları tuzlanmaya, yerüstü suları kirlenmeye, toprak özelliğini yitirmeye başladı. Tarım alanları kimi yerlerde çölleşme, pek çok bölgede erozyon tehdidiyle karşı karşıya kaldı.
Üstüne üstlük, Dünya Bankası tarafından verilen uyum kredileri KİT’lerin, kamuya ait tarımsal işletmelerin, tarım satış kooperatiflerinin tasfiye edilerek kırsal nüfusun azaltılması için kullanıldı. Halk, bir devlet politikası olarak kırdan kente göçe zorlandı. Tütün Yasası’yla 2001 öncesinde 477 bin olan üretici sayısı 114 bine geriletildi. Şeker pancarı üretiminin 18.8 bin tondan 13.5 bin tona düşürtüldüğü dönemde suni tatlandırıcılara büyük kota verilmesi, 450 bin üretici ailesi ile 100 bin tarım işçisinin geçim sıkıntısına düşmesine neden oldu. Binbir baskıyla tarımsal istihdam yüzde 80’lerden çok aşağılara çekildi. Yalnızca 2004 – 06 döneminde tarımsal istihdamda bir milyon 245 bin kişilik azalma meydana geldi. Çağdaş donanımdan yoksun milyonlarca köylü kent varoşlarına sürüldü.
Her şeye karşın, köyünde kalan üreticiler ise her türlü korumadan, ayrıcalıktan yararlanan gelişmiş ülke üreticileri karşısında rekabet şansını yitirdi. Ne acıdır ki, eş süreçte AB, 102 milyar Avro’luk bütçesinin 43 milyar Avro’sunu, yani yüzde 45’ini tarıma ayırmıştı.
Türkiye’de ise başta ilaç, tohum, gübre, mazot, mekanizasyon olmak üzere bütün üretim girdilerinde fiyatlar artarken destekler sözde kaldı.
Oysa Aydınlanma Devrimi sürecindeki kazanımları sayesinde Türkiye, yakın zamanlara değin dünyada tarımsal açıdan kendine yeten yedi ülkeden biriydi. Neo-liberalizmin yolunu açmak için Çikita muzuyla başlatılan modern tarım ürünü dışalımı, buğday, patates, pamuk gibi antik tarım ürünleriyle kasaplık hayvanları da kapsar duruma getirildi. Tarımın yanı sıra üretim bütün sektörlerde büyük oranda dışa bağımlı kılındı; ülke, kağıttan çeliğe birçok kalemde üretemez duruma düşürüldü.
Kapitülasyonlar dönemindeki gibi ülkenin bütün olanakları dünya devi tarım şirketlerine sunuldu.
Benzersiz ekolojik, biyolojik çeşitliliğe sahip, adeta dünyanın gen bankası durumundaki Anadolu, uluslararası tohum tekellerine peşkeş çekildi.
Yıllardır uygulanan yanlış politikalar, yaratılan kaos ortamı gibi nedenlerle bunaltılarak dışa bağımlı duruma getirilen Türk tarımının yol haritası yırtıldı. Halkın, üretici – çiftçinin yararına tarım politikası diye bir şey bırakılmadı.
Türlü uygulamalar nedeniyle yoksullaştırılan halk, ulufeyle beslenen kul / dilenci derekesine düşürüldü.
Adına şimdilik “Başkanlık Sistemi” dedikleri, Türk – İslam coğrafyasını kapsayacağını düşledikleri neo-monarşik sistem için öncelikle tarımı çökertmişlerdi. Sonra kültürel değerlere saldırdılar. Türkçe’ye çok ağır darbeler indirdiler. Yürütme organını denetim altına aldılar. Yetinmediler. Yargıya saldırdılar. Yetinmediler. TSK’ye saldırıp yapısını değiştirdiler. Aykırı her sesi susturdular. Yetinmediler. Basına/medyaya saldırının ölçüsünü, iletişim özgürlüğünü kısıtlamaya değin götürdüler. Yetinmediler. Bütünüyle ulus devlete, ulus devletle ilgili her şeye saldırdılar. Sonunda ulus devletin birçok kurumunu yıktılar, yıprattılar, eprittiler, sindirdiler. Yalan – dolanı, arsızlığı, hırsızlığı, yolsuzluğu, çıkarcılığı, ahlaksızlığı, şiddeti, nefreti, cinayeti, iğrenç cinsel istismarları, adaletsizliği sıradanlaştırdılar. Milyoner fenomenlerin görgüsüzlüğü, paraya doymaz futbolcuların açgözlülüğüyle ahlaksızlığın ahlakının biçimlendirilmesini özendirdiler.
Böylece toplumsal dokuda bütünüyle çözülme, çürüme sürecine girildi.
Geriye Anayasa kaldı değiştiremedikleri; şimdi onunla uğraşıyorlar.
Bir de herkese mavi boncuk dağıtıyorlar.
Temel değerlerini, ulusal kimliğini, toplumsal özünü yitirmiş, tepkisiz insanlar topluluğu ise acınacak vurdumduymazlıkla seyrediyor olan biteni.
Halkın çoğunluğunun açlık sınırında yaşadığı bu kirli – karanlık ortamda hâlâ direnen aydınlık yüreğe sahip insanların yaşatmak için çırpındığı toplumsal vicdan onulmaz biçimde sancıyor.