Türkiye bir buçuk aydır 8 yaşındaki Narin’in katledilmesini konuşuyor… TV’lerde, gazetelerde, haber sitelerinde, sosyal medyada en önemli gündem maddesi… Buna karşın “Diyarbakır’ın Bağlar ilçesine bağlı Tavşantepe Köyü’nde 8 yaşındaki Narin Güran’ın başına 21 Ağustos 2024’te Kur’an kursundan çıktıktan sonra evine dönerken ne geldiği” hâlâ büyük bir sır. Neredeyse tüm aile tutuklu; ne var ki yetkililer “Narin’i kim, niçin öldürdü?” sorusunun yanıtını ortaya koyabilmiş değil…
İşte bu nedenle – ekimiz için ağır bir konu olduğunun bilinciyle – bu ay ART ekimizi her yönüyle tartışma konusu olan Narin cinayeti dosyasına ayırdık. Alanında yetkin isimlerin analizleriyle Narin olayını tüm yönleriyle ortaya koymaya çalıştık. Rahatsızlığı nedeniyle yazısını baskıya yetiştiremeyen yazarımız eski Devlet Bakanı Önay Alpago’nun Narin için kaleme aldığı kısa mektubunu da değerli okurlarımızla bu köşede paylaşıyorum.
Bu önemli olay Türkiye’de gazeteciliğin bir kez daha sorgulanmasına yol açtı. Reyting kaygısı, sosyal medyada tıklanma tutkusu mesleğin önüne geçti. Kahvehane ortamında konuşulacak her ihtimal toplumun önüne cinayet nedeni diye haber adı altında konuldu; ekranlarda ajitasyon ağır bastı. Konuyla ilgili en eleştirel yazıları ise meslek büyüklerimiz Faruk Bildirici ve Haluk Şahin kaleme aldı. O yazılardan çarpıcı bölümleri kısaca anımsayalım.
Faruk Bildirici: Üretilen senaryolar birer birer çürüyor
“Masumiyet ilkesi de tersine işledi. Önce köydeki herkes suçlu ilan edildi medyamızda. Cinayetin siyasi yanı olduğuna da peşinen karar verdi, hüküm yürüttü kimi gazeteciler. Kanıtlar yeni yeni ortaya çıkıyor ve suçlular belirleniyor; üretilen senaryolar birer birer çürüyor. Bilgi karmaşası doğmasında yetkililerin kabahati de büyük. İçişleri Bakanı Ali Yerlikaya bile “Çok açık değil mi” diyerek günler öncesinden tüm aileyi peşinen suçlu ilan etti. Polis, jandarma ve savcılık da baştan itibaren gazetecileri bilgilendirecek şeffaf bir kanal oluşturmadı. El altından bilgilendirmeyi yeğleyerek, şüphelilerin ifade metinlerini sızdırarak, söylenti ve senaryo gazeteciliğini teşvik ettiler. Yine de medyanın Narin’i böyle sahiplenmesinin, ana gündem maddesi haline getirmesinin katillerin bulunmasına yönelik mesafe alınmasında büyük etkisi olduğunu söylemeliyim. Daha özenli olunsa ve araştırmacı gazetecilik örnekleri yarışsa daha hızlı sonuç alınabilirdi.”
Haluk Şahin’den ‘reality show’ benzetmesi…
“Bir zamanlar ‘reality show’ olarak tanıtılan televizyon programları vardı. Bizim Acun’un programlarının atası sayılır. Özel olarak seçilmiş insanlar, diyelim bir konağa kapatılır, yaptıkları her şey kaydedilirdi. Mutlaka aralarında hır çıkar, pek de iyi anlaşılmayan nedenlerle birbirlerinin gözlerini oyarlardı. O zaman da programın reytingleri yükselirdi. Neredeyse bir aydır devam eden Narin olayı bana o “reality show”ları hatırlatıyor. Yalnız bu kez tek bir kanaldan değil tüm kanallardan yayınlanıyor. Tüm haber kanalları, tartışma programları, akşam bültenleri o olaydan söz ediyor. Ve reytingleri de hayli yüksek. Gelin görün ki, sonunda hiç kimse bir şey anlamıyor. Daha doğrusu asıl öğrenmek istediğini öğrenemiyor: Sekiz yaşındaki o masum yavruyu kim öldürdü? Eskiden, polisimiz ortada net bir şüpheli olmasa bile “itiraf” üretmekte fazla gecikmezdi! Şimdi tüm şüpheliler elde, hatta tutuklu, herkes durmadan konuşuyor, ama katil yok. Nasıl olabiliyor böyle bir şey?”
***
Yazımın başında da belirttiğim gibi Diyarbakır’da cinayete kurban giden 8 yaşındaki Narin Güran’ın başına ne geldiği hâlâ bir sır. İlk gün yapılması gereken bir çok işlem eylül ayının son günlerinde yapıldı. TÜBİTAK dijital delilleri, bazı kamera görüntülerini ve ses kayıtlarını olaydan bir ay sonra inceliyor. Ortada bir çocuk cinayeti var; ve profesyonel bir şekilde delilleri karartan, gerçekleri gizleyen bir aile, ailenin baskısıyla sus pus olmuş bir köy! Minicik bir çocuğu hayattan koparan bu organize kötülük, tüm topluma travma yaşatıyor. Suç örgütlerine, çetelere karşı büyük bir mücadele verdiğini iddia eden hükümet, nasıl oluyor da bir köydeki çocuk cinayetini çözemiyor? Ya da soruyu şöyle soralım: “Çözemiyor mu? Yoksa çözmek mi istemiyor?”