DR. REMZİ ÇETİN
Dışişleri Bakanı Hakan Fidan’ın, Türkiye’nin BRICS ve Asya – Pasifik’e her gün artan ilgisinin nedenleri arasında Avrupa Birliği ile ilişkilerde gelinen noktayı da göstermesi dikkat çekiciydi. Sayın bakanın ifadesini aynen aktarıyorum: “Türkiye, AB’ye tam üye olarak kabul edilseydi BRICS arayışında olmazdı.” Bu ifade çok önemlidir ve bir o kadar da haklı bir serzeniş olarak görülmelidir. Türkiye, 1963 Ankara Antlaşması’ndan neredeyse 15 yıl önce, İkinci Dünya Savaşı’nın hemen ertesinde, Avrupa’da barış ve istikrarın sağlanması ve birleşik bir Avrupa’nın yaratılması hususunda Avrupa halklarına hemen hemen her alanda destek vermiştir. Henüz Avrupa Kömür Çelik Topluluğu (AKÇT) kurulmadan önce, 1949 yılında Avrupa Konseyi’nin (AK) ender kurucu ülkeleriden olan Türkiye, savaş sonrası Avrupa’nın yaralarının sarılması, Avrupa’da barışın tesisi, demokrasi, insan hakları gibi değerlerin Kıta Avrupası’nda etkin hale gelmesi için Avrupa Konseyi nezdinde yoğun çalışmalar yapmıştır. AKÇT’yi sırasıyla Avrupa Ekonomik Topluluğu (AET), Avrupa Topluluğu (AT) ve son olarak da 1992 Maastricht Anlaşması’yla Avrupa Birliği takip etmiş; Avrupa halkları bu barış projesini hayata geçirirken Türkiye, birçok iç ve dış nedenden ötürü, dikkatini ve enerjisini AB entegrasyon sürecine beklenen ölçüde verememiştir. Ancak Türkiye’nin AB üyelik hedeflerinin kesintiye uğraması sadece kendisinden kaynaklanmamıştır; AB’nin karar alıcılarının Türkiye’ye karşı kuşku uyandıracak şekilde hareket etmeleri de Ankara’nın AB üyeliğinin zora girmesine neden olmuştur.
AB ile Türkiye arasında kısır döngüye dönen ilişkiler
Dışişleri Bakanı Fidan’ın sözlerine dönecek olursak; kendisinin de deyimiyle Türkiye’nin son zamanlarda Asya – Pasifik’te arayış içinde olması, Türkiye için BRICS’i, AB ile kıyaslanan bir “alternatif” değil, “tamamlayıcı unsur” haline getirmektedir. AB tarafının Türkiye’ye karşı çifte standarda varan politikaları, “özel”, “ayrıcalıklı” ya da “model” ortaklık gibi teklifler sunması ve 2004’te Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’nin (GKRY) birliğe dahil edilmesi Türkiye’yi AB’den uzaklaştırıcı adımlar olmuştur. Sonrasında, her ne kadar müzakere süreci başlasa da fasılların bir türlü istenilen düzeyde ilerletilememesi ve Türkiye’nin demokratik – hukuk devleti seviyesini 1993 Kopenhag Kriterlerini de aşacak şekilde yükseltemediğine yönelik yaklaşımlar ilişkileri iyice kısır döngüye sokmuştur.
Yayımlanan ilerleme raporlarında Türkiye’ye karşı haklı eleştiriler ve yapılması gereken acil reformlar elbette vardı; ancak Türkiye’nin AB üyeliğinin bu derece sürüncemede kalmasında, sadece Ankara’daki hükümetlerin değil aynı zamanda AB karar alıcılarının ikircikli politika ve yaklaşımlarının da payının olduğu kanaatindeyim. Örneğin, müzakereleri durma noktasına getiren ve zerre ilerleme sağlan(a)mayan Kıbrıs sorunu gibi kırılgan başlıklar, Türkiye AB’ye girdikten sonra, “esnek bütünleşme” (flexible integration) prensibi ile zamana yayılarak aşılabilirdi. Kıbrıs gibi kronikleşmiş bir sorunu, Türkiye’nin AB üyelik sürecinin koşullarından biri olarak belirlemek, diğer aday ülkelerle karşılaştırıldığında eşitlik ilkesine aykırıydı.
AB genişleme dalgasının en büyüğü olan 2004’te GKRY’nin birliğe alınmasının Türkiye’de yarattığı şoka, 2007’de Bulgaristan ve Romanya’nın birliğe kabülü eklendi. 2013 yılında ise 2005’te Türkiye ile aynı anda müzakerelere başlayan Hırvatistan’ın dahil edilmesi Ankara’yı, şu sorular etrafında daha da kuşkulandırdı: O dönemde, Bulgaristan ve Romanya’nın Türkiye’den ne fazlası vardı? Ekonomileri daha mı iyiydi? Bu ülkeler, 2008 ekonomik krizinden en çok etkilenenler arasında değil miydi? Demokratik hukuk devletleri standartları Türkiye’den daha mı ileriydi? Söz konusu ülkelerde yolsuzluk, rüşvet ve mafya yapılanmasının önüne geçilemediği ve kurum kültürlerinin halen tam olarak oturmadığı aşikârdır.
Avrupa’nın da Türkiyeli bir kökü varsa eğer…
Bu örnekler düşünüldüğünde, AB’nin bugün Türkiye’yi eleştirdiği konu ve alanlarda Ankara’daki iktidarlar kadar sorumlu olduğu açıktır. Artık, her iki taraf da ortak hatalar üzerinde yoğunlaşmalıdır. Türkiye’nin günümüz çok kutuplu dünyasında yeni arayışlara yönelmesi, kimi çevrelerce “eksen kayması” olarak adlandırılsa da konjonktür gereği normaldir. Ancak Ankara’nın hemen yanı başındaki AB’yle ve yüzlerce yıl derin hukuku olduğu Avrupa halklarıyla etkileşimini birden bire kesmesi de mümkün değildir. Avrupalıların şunu anlaması gerekiyor: Türkiye, Avrupa coğrafyasının bir aktörü ve Güney Doğu Avrupa’nın önemli bir gerçeğidir. Avrupa’nın da Türkiyeli bir kökü varsa, 21. yüzyılın alternatifsiz olmayan dünyasında Türkiye’yi kendisine yaklaştıracak adımlar atması haklı bir beklenti değil midir? Türkiye’yi Avrupa’dan uzaklaştıracak her hamlenin, Avrupa’nın sadece güvenliğini değil geleceğini kurgulamada da telafisi zor gedikler açacağını, Avrupa’nın önde gelenlerinin dikkate alması gerekmez mi? Türkiye’nin Avrupa değerlerine ters bir rejime sürüklenmesi, yanı başındaki Avrupa için endişe verici değil midir?
AB, dış politikadaki hantallığını Türkiye sayesinde kırabilir
Durum, Türkiye’nin AB’ye tam üyeliğinden ziyade; bu üyelik gerçekleştiğinde Avrupa’ya ve onun periferisine ne gibi katkılar sunacağının etraflı ve hakkaniyete dayalı ölçülmesinin bilincinde olunmasıdır. Son Rusya – Ukrayna Savaşı’nda, Ankara’nın AB için kilit önemde olduğu kanıtlanmamış mıydı? Türkiye’nin AB’ye bir türlü kabul edilmemesi, sadece Türklerin ev ödevlerini yeterince yerine getirememesi ya da müktesebata uyum sağlayamamasıyla açıklanamaz. Bu durum, neredeyse aynı oranda, AB’nin Türkiye’yi “içselleştirme sorunu” yaşamasından da kaynaklanmaktadır. Devam eden bu süreç, Türkiye’nin başka arayışlara yönelmesinin altında yatan önemli nedenlerden biridir. Dışişleri Bakanı Sn. Hakan Fidan’ın AB’ye yönelik serzenişlerinde haklılık payı olduğu su götürmez bir gerçektir. Türkiye, Rusya, Çin ve Hindistan’ın da yer aldığı çok kutuplu dünyada yeni arayışlara yönelirken, Avrupa’nın kendi içine kapanarak otarşik bir yapı alması, “çeşitlilik içinde birlik” (unity in diversity) gibi kendini var eden değerlerine de aykırı değil mi? Türkiye ile yeniden bir yol haritası belirleme dinamiği ve isteği içinde olmasını beklediğimiz AB, son 15 yıldır tek tip dış politika uygulama hantallığını da Ankara ile geliştireceği yeni işbirliği alanları sayesinde kırabilir.