• Abonelik
  • Künye
  • Gizlilik İlkeleri
  • Yayın İlkeleri
  • Kullanım Koşulları
  • Çerez Politikası
  • Reklam
  • İletişim
Pazartesi, Eylül 1, 2025
Le Monde diplomatique Türkçe
Advertisement
No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • LMd
  • Yazarlar
  • Konuk Yazarlar
  • Politika
  • Gündem
  • Dünya
  • Finans
  • Kültür-Sanat
  • Anasayfa
  • LMd
  • Yazarlar
  • Konuk Yazarlar
  • Politika
  • Gündem
  • Dünya
  • Finans
  • Kültür-Sanat
No Result
View All Result
Le Monde diplomatique Türkçe
No Result
View All Result
Anasayfa Yazarlar Remzi Çetin

Türkiye – Fransa: Dinamizm zamanı

Osmanlı’dan günümüze Türk Hariciyesinin Avrupa’da İngiliz ve Alman ekolü gibi 3 önemli diplomasi etkileşiminden olan Fransız ekolü, sınamalar ve fırsatlarla dolu bir ilişki sarmalına dönüşmüş vaziyettedir; ancak Ankara’nın Paris’ten şu an için başat beklentisi ise ilişkilerde “Sarkozy dönemi öncesi” enerjinin yakalanmasıdır.

31 Ağustos 2025
in Politika, Remzi Çetin, Yazarlar
Türkiye’nin Kürt açılımı

DR. REMZİ ÇETİN

Türk – Fransız ilişkilerini 16. yüzyıla kadar getirerek uzunca anlatmayacağım; ancak modern zamanda Türk – Fransız ilişkileri, Türkler ve Fransızların özellikle diplomasi alanında birbirlerini yeniden keşfetmeleri hususunda son dönem Osmanlısından cumhuriyetin ilk yıllarını da kapsayacak şekilde dikkat çekicidir. Günümüz çok kutuplu dünya sisteminin önümüze getirdiği bir gerçek olarak Ankara ve Paris arasındaki ilişkiler, bugün geçmişten daha hayatidir. Bunu sadece Türkiye’nin Avrupa Birliği (AB) üyelik süreci ile ilgili değil; Orta Doğu, Kafkasya, Afrika, Güney Akdeniz ve Ukrayna’ya yönelik politikalarında da görebiliriz. Esasında, Türkiye ve Fransa’nın birçok bölgesel ve küresel sorunda ortak çalışabilecekleri konular mevcuttur. Diğer taraftan ne yazık ki Paris’in uzun yıllar Türkiye’nin hem AB hem diğer bölgesel politikalarında hassasiyetlerini anla(ya)madığı da aşikâr. İki ülke arasındaki ilişkileri daha da ilerletecek ve taraflar arasında kazanım sağlayacak konu başlıkları ve rekabet alanlarına şöyle bir göz atalım.

Orta Doğu ve Kafkasya sorunları

Dikkat edilirse Fransa Cumhurbaşkanı Emmanuel Macron’un, geçen haftalarda Fransa’nın eylül ayı içerisinde Filistin’i bağımsız bir devlet olarak tanıyacağına ilişkin çıkışı, Amerikan-İsrail ittifakı çevresinde hem şaşkınlık hem de hiddetle karşılanırken, yıllardır Filistin davasını destekleyen ülkeler tarafından özellikle Gazze’de yaşanan büyük trajedi göz önüne alınarak gecikmiş bir karar olarak yorumlandı. Her şeye rağmen BM’ye üye 193 ülkenin 147’si tarafından tanınan Filistin’in, AB’nin kurucusu ve dünya siyaseti ile modern dönemin birçok gelişmesinin öncüsü olan Fransa tarafından tanınmasını çok değerli görüyorum. Ankara, Paris’in bu kararını memnuniyetle karşıladı. Öyle ki Fransa’nın uzun yıllar – 1950’lerin sonu ve 1960’lar boyunca Charles de Gaulle’nin etkin olduğu dönemi saymazsak – İsrail’e askeri, teknolojik, istihbari ve diplomatik alanda sürekli artan desteği ve Filistin sorunuyla “ilgileniyormuş gibi” gözüküp İsrail’e yakın durması, Paris’in neredeyse kemikleşmiş bir politikasıydı. Diğer taraftan Fransa’nın, 1980’lere damgasını vuran François Mitterrand döneminden başlayıp Kürt sorununa dair ifadeleri ve sonrasında sürekli olarak PKK ve onun aparatlarıyla dirsek teması, Ankara’yı sürekli olarak rahatsız etti.

Fransa, özellikle Birinci Karabağ Savaşı’nı takiben – Minsk grubunun içinde yer almasının da etkisiyle – Kafkaslar’da Ermeni tezlerine daha yakın durmuştur. Bu yakın duruş, 90’lardan günümüze özellikle Ukrayna işgaline dek Erivan’a, neredeyse koşulsuz desteğe dönüşmüştür. Rusya’nın Ukrayna işgali ile AB ülkelerinin Hazar enerjisine gösterdiği ilgi neticesinde, Bakü – Paris ilişkilerindeki göreceli yakınlaşma ve Azerbaycan petrol ve doğal gazının, Rus enerji bağımlılığına alternatif olabileceği düşüncesinin her geçen gün değer kazanması, Türkiye – Fransa arasındaki son dönemdeki yakınlaşmanın da belirleyicilerindendir; ancak tüm bu gelişmeler, Paris’in Bakü – Erivan arasındaki dengeyi tam manasıyla kurabildiği anlamına da gelmemektedir. Bunda elbette, Fransa’daki 600 bin nüfuslu Ermeni diasporasının da etkisi söz konusudur. Diasporanın varlığı, Paris’in Kafkasya politikalarını da Ermenistan lehine yönlendirmektedir.

Afrika ve Güney Akdeniz’de kızışan rekabet

Fransa’nın sömürge döneminden günümüze, özellikle Batı Afrika’daki varlığı, Paris’in bölgedeki sadece siyasi – diplomatik nüfuzunu arttırmaya yönelik değil; aynı zamanda, yeni enerji kaynaklarına ulaşma ve esasında, Dakar’dan Porto Novo’ya kadar Batı Afrika’nın en işlek limanlarına sahip olma istediğindendi. ABD, İngiltere ve Almanya gibi eski dünyanın hegemonik güçlerinin birçok coğrafyada aşınan otoriteleri, Fransa’nın Batı Afrika’daki Frankofon ülkeleri üzerindeki gücünü de etkileyecektir. Tam da bu noktada, Türkiye’nin Burkina Faso, Nijer, Mali, Senegal gibi Batı Afrika Ekonomik Topluluğu (ECOWAS) ülkelerinin bulunduğu coğrafyada giderek artan etkisi, Fransa’nın dikkatinden kaçmayacak ve Batı Afrika’ya ilişkin Ankara – Paris hattında özellikle ekonomik, istihbari rekabet kızışacaktır. Tabii bunda, Türkiye’nin Afrika ülkelerinin sicilinde Fransa gibi sömürge geçmişi olmadığını da belirtmek gerekir.

2010’da patlak veren “Arap Baharı”nın neticesinde isyan, Libya’nın kapılarına dayanıp da Libya’da iç savaş çıktığında, Fransa’nın da öncülük ettikten ve “koruma sorumluluğu” (responsibility protect/R2P) öne sürülerek 42 yıllık Muammer Kaddafi’nin rejimi devrildikten sonra, Fransa’nın Kuzey Afrika ve Güney Akdeniz’de görünürlüğü daha da artmıştı. Gelinen noktada Fransa’nın, BM ve Türkiye’nin aksine, Ulusal Mutabakat Hükümeti’ni (UMH) değil de Hafter yönetimini desteklemesi ve söz konusu destekle AB ortak dış politikasının da dışına çıkması, Paris’in Güney Akdeniz’deki ulusal çıkarlarını, AB ülkelerinin çıkarlarıyla örtüştür(e)mediği örneklerdendir. Türkiye’nin 2019’da UMH ile imza ettiği Deniz Yetki Alanları Anlaşması’nı takiben ve neredeyse karşılık olarak, Fransa’nın Mısır, İsrail, Yunanistan ve Güney Kıbrıs Rum Yönetimi’ne yakın durması Ankara – Paris arasında Akdeniz’deki enerji yolları ve yeni ekonomi koridorları üzerine sıcak bir tartışma alanı da doğurdu.

Sınamalar ve fırsatlarla dolu ilişki sarmalı

20. yüzyıl başlarında Fransa, Anadolu’yu işgal eden güçler arasındaydı ve o dönem, geride iyi bir sicil bırakmasa da modern Türkiye Cumhuriyeti’nin kurulmasıyla Türk – Fransız ilişkileri hızlıca onarıldı. Hatta, Atatürk döneminde hız kazanan Fransız diplomasisi ve kültürüyle etkileşim 1960’lara dek sürecek, Ankara’nın AET ile gelişen ilişkileri ve ABD ile yaşadığı gerilimler Fransa’yla dengelenecektir. Yakın dönemde ise Türk – Fransız ilişkileri birçok sınamayla karşı karşıya kalacaktır. Arap Baharı, mülteci krizi, Ukrayna işgali bunlardan sadece birkaçıdır. Fransa’nın, zaman zaman, Türkiye karşıtı olan Yunan, Rum ve Ermeni diasporası faaliyetlerinin etkisinde kalmasına rağmen, fırsat alanları günümüzde hâlâ güncelliğini korumaktadır. Başta Avrupa’nın güvenliğinin sağlanmasında Ankara’nın üstlendiği rol, Ukrayna işgali sonrası sadece NATO’da değil; AGİT gibi oluşumlarda da önemini bir kez daha ortaya koymaktadır. Yanı sıra, iki ülke arasındaki ticaret hacminin 22.5 milyar dolara ulaşması ve Fransa’nın, Türkiye’nin ticaretinde altıncı sırada yer alması ile karşılıklı yatırımların her geçen yıl artması da ilişkilerin eko – politik yönünün önemini göstermektedir.

Özellikle, Osmanlı’dan günümüze Türk Hariciyesinin Avrupa’da İngiliz ve Alman ekolü gibi 3 önemli diplomasi etkileşiminden olan Fransız ekolü, sınamalar ve fırsatlarla dolu bir ilişki sarmalına dönüşmüş vaziyettedir; ancak Ankara’nın Paris’ten şu an için başat beklentisi ise ilişkilerde “Sarkozy dönemi öncesi” enerjinin yakalanmasıdır. Bu bağlamda, artık, günümüz Türkiye – Fransa ilişkilerinin yeni bir dinamizme ihtiyacı olduğu da çok açık. Öyle ki Türk – Fransız ilişkilerinin tarihi 500 yılı; modern dönemde ise 100 yılı aşmaktadır. Bu zengin diplomatik tarih birikimi ile günümüz değişen güvenlik konsepti temelindeki güç dengeleri ve Fransa’da yaşayan 800 bini aşkın Türk nüfusu düşünüldüğünde, kırılgan jeopolitik ve konjonktürel gelişmelerin, iki ülke arasındaki ilişkileri zedelememesi ya da üçüncü tarafların olumsuz etkilerinden kaçınılması gerektiğinin, Türk – Fransız dostluğu için hayati olduğu kanaatindeyim.

Tags: DİPLOMASİErdoğanFRANSALe Monde diplomatique Türkçe Eylül 2025MacronTÜRKİYE
Anka Haber Ajansı Anka Haber Ajansı Anka Haber Ajansı

Hakkında

Le Monde diplomatique Türkçe

Aylık olarak yayınlanır.

Kategoriler

  • LMd
  • Yazarlar
  • Konuk Yazarlar
  • Politika
  • Gündem
  • Dünya
  • Finans
  • Kültür-Sanat

Bağlantılar

  • LMd Dijital Abonelik
  • LMd Abonelik
  • Reklam
  • Arşiv
  • Dünyada LMd
  • Abonelik
  • Künye
  • Gizlilik İlkeleri
  • Yayın İlkeleri
  • Kullanım Koşulları
  • Çerez Politikası
  • Reklam
  • İletişim

© 2023 Le Monde Diplomatique Türkçe - Tüm hakları saklıdır.

No Result
View All Result
  • Anasayfa
  • LMd
  • Yazarlar
  • Konuk Yazarlar
  • Politika
  • Gündem
  • Dünya
  • Finans
  • Kültür-Sanat
  • ————
  • Abonelik
  • Künye
  • Gizlilik İlkeleri
  • Yayın İlkeleri
  • Kullanım Koşulları
  • Çerez Politikası
  • Reklam
  • İletişim

© 2023 Le Monde Diplomatique Türkçe - Tüm hakları saklıdır.

Welcome Back!

Login to your account below

Forgotten Password?

Retrieve your password

Please enter your username or email address to reset your password.

Log In

Add New Playlist

Bu internet sitesi çerezleri kullanır. Bu internet sitesini kullanmaya devam ederek çerezlerin kullanılmasına izin vermiş olursunuz. Çerez Politikası sayfamızı görüntüleyin.
Are you sure want to unlock this post?
Unlock left : 0
Are you sure want to cancel subscription?