Hükümet, sosyal yardımlar ve kamu hizmetlerinden kısıntıya giderken, özel sektöre büyük miktarda sübvansiyon ve vergi avantajı sağlıyor; bu destekler çoğu zaman istihdam yaratmak yerine şirket kârlarını artırıyor…
Kamu sektörü küçülürken teşvikler büyüyor ve yatırımcılar ekonomiyi finanse etmek yerine gelirlerini maksimize ediyor…
Devlet, krizlerde bankaları kurtarmak ve milyarderler için vergi kolaylıkları sağlamak gibi araçlarla ekonomiyi aktif biçimde yönlendiriyor…
Bu durum, piyasanın bağımsız olduğu illüzyonunu çökertiyor ve hissedar çıkarlarının korunmasının siyasi güç aracılığıyla sağlandığını gösteriyor…
Hükümetin bütçe hamlesi, adil görünme zahmetine bile girmiyor. Hastalara vergi yükü, işsizlerin haklarının budanması, sosyal yardımların dondurulması, kamu hizmetlerinin lime lime edilmesi…
Yukarıda birbiri ardına sıraladığım cümleler bana ait değil… Bu cümleler Türkiye’yi de anlatmıyor!..
Cümlelerden sadece “Fransa’da” kelimesini çıkarttım!..
Ne var ki insanda “dejavu” hissi uyandırıyor!..
Türkiye’de uzun yıllardır komedi tadında bir söylem var: “Almanya bizi kıskanıyor!..”
İç sayfalarda Pierre Rimbert ve Grégory Rzepski’nin kaleminden okuyacağınız Fransa’daki ekonomik tabloyu özetleyen analiz gösteriyor ki Fransa ve Macron yönetimi, AKP hükümetini ve Erdoğan’ı kıskanıyor. Yoksa Fransa hükümeti bütçe açıklarını kapatmak için işçiyi, emekliyi adeta haraca bağlamak anlamına gelen kemer sıkma uygulamalarına bel bağlar mıydı?
SURİYE’DE KAOS MU, HUZUR MU?
Manşetimizde meslektaşımız Emmanuel Haddad’ın Suriye’den izlenimleri yer alıyor. Suriye’yi “kin ve nefret arasında bir ülke” olarak tanımlayan Haddad, halkın hukuk devleti hayali ile yeni bir otoriter rejimin baskısı altında kalma korkusu arasında gidip geldiğine dikkat çekiyor. Ve şu kritik cümleyi kuruyor: “Ülke bir kıvılcımla kaosa sürüklenecekmiş gibi görünüyor…”
Suriye’de yaşanan her gelişme gibi Türkiye’deki adımlar da yakından takip ediliyor. Dışarıdan bir gözle Türkiye’de yaşanan siyasi gelişmeleri makalesinde analiz eden gazeteci Jean Michel Morel’e göre iktidarda kalmak isteyen Erdoğan’ın önünde sadece iki yol bulunuyor:
1- Türkiye’deki Kürtlerle ilişkiyi demokrasiye geri dönüş yoluyla düzeltmek…
2- Komşu Suriye’deki Kürtlerle arasındaki çatışmaya son vermek…
Suriye’nin geçici Devlet Başkanı Ahmed Şara’nın ülke genelinde kontrolü kaybettiği yalın bir gerçek. Yazarımız Burak Tatari makalesinde ABD’nin Türkiye Büyükelçisi ve Suriye Özel Temsilcisi milyarder iş adamı Tom Barrack’ın söylemlerindeki çelişkilere dikkat çekiyor. Fiiliyatta ABD’nin Orta Doğu Valisi gibi davranan Amerikan elçisinin “üniter Suriye devleti” vurgusu her geçen gün azalıyor. Suriye’deki Kürt güçleri daha bir özgüvenle konuşuyor. Bu durum Ankara’nın söylemlerini sertleştiriyor.
Yeniden Haddad’ın Suriye’deki izlenimlerine dönersek… Meslektaşımız gelecek aylar için şu tespiti yapıyor: “İsrail’in saldırganlığını, Türkiye’nin taleplerini ve Kürtlerle gelişen durumu kontrol etmeye çalışan Cumhurbaşkanı Şara’yı, huzuru ve birliği sağlama yolunda daha zorlu sınavlar bekliyor.”
Gelişmeler gösteriyor ki “daha zorlu sınavları” bir adım ileriye taşıyabiliriz…
1- Suriye ya ulus devlet olarak ayakta kalacak…
2- Ya da emperyalist güçlerin elindeki cetvelle federatif bir yapıya dönüşecek.
Şara yönetiminin birinci maddeyi gerçekleştirmesi için uluslararası aktörlerin sahada etkin olmaması gerekiyor. Ne var ki her gün şiddetin yaşandığı ülkede bu olasılık zor ama çok zor gözüküyor!..