HİLAL KÖSE
İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı Ekrem İmamoğlu’nun cumhurbaşkanı adaylığını engellemek, yıllar sonra birinci parti olmayı başaran CHP’yi politika üretemez hale getirmek ve halkın gözünden düşürmek için yürütülen siyasi operasyonlar sürüyor. Milyonlarca seçmenin iradesini yargı eliyle gasp etmek isteyen bu anlayış, pek çok ailenin de yaşamını derinden sarstı. Onlarca çocuğun, annenin, babanın, eşin, kardeşin, dedenin, ninenin hayatı alt üst olalı yedi ayı geçti. Yakınları cezaevinde olan aileler bir dayanışma ağı kurdu ve her cuma Saraçhane’de yan yana gelerek bu hukuksuzluğa tepki gösteriyorlar. İyi olmaya çalışıyorlar çünkü içerideki sevdiklerinin en güçlü dayanağı onlar. Onlar iyi olursa dört duvar ardında dayanmak mümkün oluyor. İçeriyi ve dışarıyı güçlü kılan sihirli sözcük işte bu: “Siz iyi olursanız ben de iyi olurum.” İyi olmak, direnmek ve dayanmaktan başka seçenekleri de yok, hem içerdekilerin hem de dışarıdakilerin… Egemenliği kayıtsız şartsız millete veren Cumhuriyet’in 102. yıldönümünde, oyu ve iradesi çalınan milyonlarca seçmenin de direnmekten başka çaresi yok.
Aile Dayanışma Ağı (ADA) ülkenin üzerine çöken bu karanlığa isyan eden herkesten destek bekliyor. ADA’nın 10. buluşmasında konuşan Dilek İmamoğlu da destek beklediğini şu sözlerle vurguladı: “Bu davalar Ekrem İmamoğlu’na değil milletin iradesine karşı açılmış davalardır. Biz adaletin, özgürlüğün ve insan onurunun yeniden hüküm süreceği bir ülke için buradayız ve bunun için mücadele ediyoruz. Herkesi bu umuda güç vermeye, dayanışmaya bekliyorum.”

İBB Medya AŞ Genel Müdürü Fatoş Pınar Türker’in annesi Kadriye Hanım da kürsüye çıktı son buluşmada. “Kızım 19 Mart sabahı şafak operasyonu ile çocuklarının gözü önünde gözaltına alındı. O sabah bizim için hayat durdu. Okula gitmeye hazırlanan biri 17, biri 12 yaşında kız çocukları anneleri için çok korkmuşlar. Üzerlerini giyinirken polisler yanlarında beklemiş. Okul çantalarına kadar aramışlar. Çocukların babalarına telefon etmelerine bile izin verilmemiş. Büyük kızını ‘şimdi seni de tutuklarız’ diye tehdit etmişler. Torunlarımızın yanında yaşamaya başladık ama bir annenin yerini hiçbir şey doldurmuyor” dedi. Kadriye anne de sözlerini dayanışma çağrısıyla bitirdi: “Bizim gibi bu hukuksuz sürecin parçası olan birçok aile ve ülkemizin milyonlarca yurttaşı bu haksızlık karşısında sabırla, azimle ve umutla direniyor. Dayanışma bize gerçekten güç veriyor. Cesaretimizi büyütüyor ve umudumuzu diri tutuyor…”
ADA buluşmaları acıyı paylaşmanın etkili bir yolu, açıklamanın ardından CHP’li vekiller, sanatçılar, gazeteciler veya başka siyasetlerden temsilciler ailelerle bir araya geliyor, ortak temenni dayanışmayı daha da büyütmek elbette… İBB Sözcüsü Murat Ongun eşi Gözdem Ongun ve İstanbul Planlama Ajansı Başkanı Buğra Gökçe’nin eşi Filiz Gökçe ile bu süreci detaylıca konuştuk.

GÖZDEM ONGUN / Murat Ongun’un eşi:
Travmalar, gözyaşları ve kaybolan günler
19 Mart operasyonu yaşamınıza çok büyük bir darbe vurdu, bu süreçte neler yaşadınız?
19 Mart sabahı, saat sabahın altısında çalan bir kapı ziliyle hayatımız kökten değişti. 20’ye yakın polis tarafından evimiz, özel eşyalarımız didik didik arandı ve bakılmadık köşe, karıştırılmadık çekmece kalmadı. Özel hayatımıza bu denli bir müdahale hayli travmatik. Aynı anda başkanımız Ekrem İmamoğlu ve eşimin diğer çalışma arkadaşlarının da aynı muameleye maruz kaldıklarını öğrendik. Yüzü aşkın kişinin aynı anda evleri basılmak suretiyle gözaltına alınmaları, bunların arasında İBB yöneticileri haricinde şoförlerin, asistanların olması, olayın basit bir soruşturmadan çok daha fazlası olduğunun açık bir göstergesiydi. Bir darbe yapılıyordu ve biz o an bunu anlamayacak kadar şoktaydık.
Evimizde aynı sabahı iki kez daha yaşadık ne yazık ki. İkincisinde beni, gece babasına hasretinden dolayı ağlayarak koynumda uyuya kalan oğlumun koynundan, üçüncüsünde ise kız kardeşimin eşini sabah altıda evimizden aldılar. Yine kapı zili, yine polislerin aramaları, yine gözaltılar… Hayal ürünü suçlamalarla hayatımızın tamamen altüst olması nedeniyle her sabah altı bizim artık ailece zil dahi çalmadan korku içinde uyandığımız, sokağı dinlediğimiz, camdan baktığımız bir saat oldu.
Duygusal olarak nasıl başa çıkıyorsunuz?
Eşimden ayrı 220 gün ve ev hapsinde geçirdiğim altı ay hayatımın en zor dönemi oldu. Çocukların varlığı ve iyi olmaları ne kadar önemli olsa da önümüzü görememek, adil yargılama konusunda duyduğumuz endişe ciddi anlamda canımızı sıkıyor. 250 güne yaklaşırken hazırlanamayan iddianame, neyle suçlandığını bilmemek, tamamen birilerinin söylemleri dikkate alınarak yapılan hayali suçlamalara maruz kalmak, trol diye adlandırdığımız kişiler tarafından her gün sosyal medya platformlarında aşağılanmak… Bunların hepsi ağır yükler. Bir aile olarak birimize duyduğumuz sevgi, güven ve bağlılık bu günleri atlatmamıza yardımcı oluyor. Adil bir yargılama ile bu hukuksuzluk ortaya çıkacak. Bize kalan bakiye ise travmalar, gözyaşları bir daha asla geri kazanamayacağımız günler olacak.
Eşinizin cezaevinde yaşadığı sıkıntılar neler?
Eşim Murat Ongun dirayetli bir insandır. Asker çocuğudur ve zamanında askeri yurtlarda kalmışlığı vardır. Dolayısıyla eşimin hücre cezasından yana bir sorunu yok. Çok güçlüdür, her şarta uyum sağlar. Siyasi bir tutuklu olmasına rağmen yüksek güvenlikli hücrede tek başına, bir nevi terör suçlusu muamelesi görmesi, ayda bir kez verilen spor salonu kullanma hakkında diğer tutuklu arkadaşlarıyla basketbol oynama taleplerinin “Siz aynı örgüt üyesisiniz, olmaz” diyerek reddedilmesi can sıkıcı. Onun tek başına ne hissettiğini bilmiyorum. Bize güçlü görünüyor. Umarım öyledir. Onun her zaman söylediği gibi bitireyim: ‘Teslimiyet hayattaki en kötü şeydir.’

FİLİZ KAHVECi GÖKÇE / Buğra Gökçe’nin eşi:
Nikâh fotoğraflarımızı hâlâ vermediler
Eşiniz Buğra Gökçe ile cezaevinde evlendiniz. Hiç aklınızın ucundan geçmeyen bir düğündü bu… Hem cezaevinde evlenme kararınızı, hem de son 7 ayınızı biraz anlatır mısınız?
Bu süreç bizim için bir sabah benim evime, evde olmadığım bir şafak vakti çilingirlerle zorla girilerek arama yapılmasıyla başladı. O dönemde nişanlıydık. Telefonumdaki cevapsız çağrılara döndüğümde konunun nişanlım Buğra Gökçe olduğunu söylediler. Oysa kendisi resmi olarak ikamet ettiği lojmanındaydı o sabah. Gitmeleri gereken yer orasıydı. Dolayısıyla daha ilk günden ailelere yapılan haksızlık ve gözdağı operasyonları başlamış oldu.
Buğra’ya yedi soru soruldu sorguda. Soruların 6’sının konusu İstanbul’da yapılmış ve kendisinin daha burada çalışmadığı, İzmir’de olduğu dönemlere ait ihalelerdi. Diğer soru ise açık ihale denilen kamu yararına alınmış bir karar ile ilgiliydi. O yüzden gözaltı sonrası bırakılacağına çok emindik. Ancak tamamen siyasi bir dava olduğu için delil karartma ve kaçma şüphesiyle tutuklandı. Oysa kendisini benim konutumda bulamadıkları için biz Vatan Emniyet’e kendimiz gidip teslim etmiştik Buğra’yı.
O günden itibaren hepimizin hayatı bambaşka yerlere savruldu. Ben ve oğlum, nişanlı olduğumuz için bir aydan fazla süre Buğra’yı göremedik. Buğra F Tipi cezaevinde, tek kişilik bir hücrede, 12 metrekarelik bir zindanda, tecrit halinde tek başına yaşamaya mahkûm edildi. Yaşlı annesi ve kardeşleri yaşadıkları şehirlerden İstanbul’a gelmek zorunda kaldılar. 15 yaşındaki oğlumla her hafta tüm günümüzü harcayarak haftada bir saat görebilmek için yollara düşmeye başladık her salı. 80 yaşındaki yaşlı, zar zor yürüyen annesi de her salı çekiyor bu eziyeti. Yani sevdiklerimiz çevresindeki herkesle birlikte haksız ve hukuksuz yere cezalandırılmış oldular.
Biz yaz için planladığımız evlilik hayalimizden vazgeçmemeye karar verdik bu süreçte. Bu haksızlıklara ve zulümlere karşı sevgi, aşk, umut da bir direniş şekliydi bizim için. Hem kendimize, hem kalbimize, hem topluma bir umut tohumu ekmek ve tarihe bir not düşmek istedik. 28 Mayıs’ta ailelerimize bile son anda zorla alabildiğimiz izin ile cezaevinde evlendik. Üzerinden aylar geçmesine rağmen nikâh fotoğraflarımız hâlâ bize verilmedi. Eşimle içeride tek kare fotoğrafımız yok. Sesimizin, varlığımızın toplum tarafından görülmemesini, yapılan bu haksızlıkların hatırlatılmamasını, unutulmasını istiyorlar diye düşünüyorum.
İçeride çok büyük bir bedel ödüyorlar, haksızlık ve zulüme karşı. Yedi ay bitti. Hayatlarımızın yarım yılından fazlası çalındı. Nefes alarak, mücadele ederek, her anımda onunla birlikte acı çekerek yaşamaya, sabretmeye çalıştığım bir dönem. Nefes almaksa yaşamak, yaşıyorum o kadar. Hayatın tüm renkleri, tüm tatları yok oldu, hapsedildi Buğra ile birlikte.
Eşiniz hangi şartlarda tutuluyor?
Buğra tek kişilik, 12 metrekarelik bir hücrede, bazen günlerce kimseyi görmeden yaşamak zorunda bırakılıyor. Hiç kimseyle görüştürülmüyor, avukat ve milletvekili dışında. Yemekleri hücresine bırakılıyor. Sporu bile tek başına yapmak zorunda.
Böyle büyük bir haksızlıkla karşılaştığınızda duygusal olarak başa çıkmak çok zorlu bir savaş. İçerideki sevdiklerimizin tek dayanağı bizleriz. En büyük endişeleri de biziz. Onların direnci için iyi olmaya çabalıyoruz. En azından onların yanında iyi olmaya özen gösteriyoruz. Moral vermeye, sabrını, direncini arttırmaya çabalıyoruz. Biz yıkılırsak onlar mahvolur, onların sağlığına, iyiliğine bir şey olursa biz dayanamayız. Ama bu karşılıklı çok büyük bir sabır ve yılmazlık savaşı aslında. Bu süreçte belki yedi kere yıkılıp sekiz kere kendinizi ayağa kaldırıyorsunuz. Çünkü bu savaşı haklı olan, iyi olan kazanacak, biz kazanacağız.
Bu süreci izleyenlere, kamuoyuna bir mesaj vermek ister misiniz?
Bu 19 Mart süreci Türkiye Cumhuriyeti tarihinde kötülüklerle, haksızlıklarla, zulümlerle yerini alacak siyasi bir dava süreci. Masumiyet karinesi ve insan hakları ihlalleri ile dolu. 7 ay olmasına rağmen hâlâ ne ile suçlandığımızı bilmiyoruz, iddianameler yok. Taraflı medyada yapılan algı haberleri üzerinden ipuçları elde etmeye çabalıyoruz ki bir hukuk devleti için korkunç bir durum. Tutuksuz yargılama hakkımız yok sayılıyor. Bizler adil yargılama ve tutuksuz yargılama talep ediyoruz. Herkesin adalet önünde eşit bir yurttaş olduğu ve adil bir yargılama düzeni istiyoruz.
İbn-i Haldun’un bir sözü var; ‘Zamanlar zamanlara suyun suya benzediğinden daha fazla benzer’. Biliyorum ki tarihte bu tür haksız, hukuksuz zulümlerle dolu dönemler olmuştur. Ama elbet tüm kötülükler son bulmuştur. Tüm karanlıklar, geceler sabahla, aydınlıkla son bulmuştur. Tek dileğimiz bu kötülüklerin bir an önce son bulması ve haksızlıkların sona ermesidir. Dilerim ki bu kötülüklerin karşılıksız kalmadığını göreceğiz. Çünkü hem bizlerin, hem toplumumuzun yapılan haksızlıkların, kötülüklerin de bir karşılığı olduğunu görmeye, bu umuda ihtiyacı olduğunu düşünüyorum.

EFE ÇAKIR / Elif Atayman’ın oğlu:
Koğuştaki kadınlara okuma öğretiyor
Eski Medya A.Ş. Müdürü Elif Atayman da aylardır özgürlüğünden yoksun, ailesinden çok uzakta bir cezaevinde. Avukatının anlattığına göre, tutukluluk incelemeleri bile hukuksuzluğu belgeler nitelikte. Elif Atayman duruşmaya SEGBİS üzerinden bağlanıyor; tüm süreç otuz saniye, bilemediniz bir dakika içinde bitiyor. Elif Hanım savunmasını yaparken hâkim telefonuyla oynuyor, savcı da aynı şekilde…
Savunmaların dinlenmediği açıkça görülüyor. Ardından, her dosyada tekrarlanan kalıplaşmış cümlelerle “tutukluluğun devamına” karar veriliyor. Avukat, en temel sorunlardan birinin de belirsizlik olduğunu söylüyor. “Şu anda Elif Hanım neden içeride, biz bile bilmiyoruz” diyor. Dosyadaki “kaçma şüphesi” ifadesinin hangi somut delile dayandığı da bilinmiyor. “Bir bilinmezliğe karşı savunma yapıyoruz” diye ekliyor.
Atayman’ın oğlu Efe Çakır da şunları söylüyor: “Fiziki olarak annemin eli kolu bağlı ama manevi olarak gayet üretken. Koğuşundaki kadınlara okuma yazma öğretmeye devam ediyor, o kadınlara dışarı çıktıktan sona nasıl destek olabileceğine dair planlar yapıyor. Çıktığında bir sivil toplum hareketi başlatma düşüncesi var, bir yandan da iddianamenin bir an önce açıklanmasını bekliyor. Ben her hafta gayet moralli görüyorum onu, çoğu zaman bize de yansıtmamaya çalışıyor belki… Bizim de tek motivasyonumuz onun iyi olması, düşmemeye çalışıyoruz, ailecek ona destek olmaya çalışıyoruz…”

TESLİM BAYCAN / Ali Fırat Baycan’ın annesi:
Oğlum suçsuz, alnı açık, yüzü ak
Silivri’de tutuklu, Esenyurt Belediyesi çalışanı makine mühendisi Ali Fırat Baycan’ın (28) annesiyim. Oğlum sürekli bize moral veriyor, ümitle çıkacağını bekliyor, ha bugün ha yarın diye diye biz de bekliyoruz. Babası üzgün, ben üzgün, kızkardeşi üzgün, kız arkadaşı üzgün… Bazen Silivri Cezaevi’nin önüne gidip bas bas bağrayım diyorum, ‘Yeter bu adaletsizlik, bırakın çocuğumu, 10 ay oldu, çocuğumun bir suçu yok…’ Kızım bu üzüntü nedeniyle dersine çalışamadı ve üniversite sınavını kazanamadı. Eşim diyaliz hastası, ben kalp hastasıyım tansiyon hastası da oldum ama oğluma bunu söylemedik kesinlikle… Çocuğumu çok seviyorum onun sevgisiyle kendime güç katıyorum, dik durmaya çalışıyorum çünkü oğlum içeride aslanlar gibi, suçsuz, alnı açık, yüzü ak.
SEHER AKYÜZ / Cem Alper Akyüz’ün annesi:
Dik durabilmek için mücadele veriyorum
Esenyurt Belediyesi’nde sözleşmeli memur olan 38 yaşındaki Cem Alper Akyüz’ün annesiyim. Oğlumun sözleşmesini iptal ettiler, aynı gün imzaya gelmediği gerekçesiyle işten de attılar. Onlar sıkıntı değil de bizi yaralayan çocuklarımızın içerde olması ve çocuklarından ayrı kalması. Bir oğlu 8 yaşında bir oğlu 5 yaşında, baba özlemi çekiyorlar. Bir babaanne olarak buna çok üzülüyorum. Oğlum bize moral veriyor, suçsuz olduğunu biliyor. Ali Fırat’la beraber kalıyorlar. Ali Fırat, küçük torunuma kirve olmuş, çok güzel dostlukları var bizi çok mutlu ettiler. Torunlarımın, gelinimin yanında dik durabilmek için mücadele veriyorum, onlar da güçlü durabilsinler diye. Aynı arkadaşımın yaptığı gibi, ben ona teselli veriyorum, o bana aynı şekilde… Suçsuz yere bu gençlere bunların reva görülmesi beni derinden yaralıyor.
 
			 
                                
