AHMET YAVUZ
Emekli tümgeneral, yazar
Birinci Dünya Savaşı öncesinde yeni emperyalist paylaşım arayışı Avrupa’nın doğusuna doğru yayılan milliyetçilik dalgasıyla birleşince savaş sonrasında üç imparatorluk dağıldı. Avusturya – Macaristan parçalandı. Rusya’da devrim oldu. Savaş en çok da Osmanlı İmparatorluğunu vurdu; zira coğrafyasının sunduğu olanaklar (petrole dikkatinizi çekerim) onu yeni paylaşım arayışının askeri hedefi haline getirmişti.
Savaşın sonunda Arap Yarımadası savaşın galipleri İngiltere ve Fransa tarafından paylaşıldı. Aslan payını İngiltere aldı. Esasen Anadolu da paylaşılmıştı. Osmanlı’dan kalan parçanın dört bir yanı işgale uğradı. Boğazlar, Ege, Akdeniz kıyısı, Güneydoğu Anadolu, Batı Karadeniz, İç Anadolu’nun bir kısmı… Osmanlı ordusu terhis edilmişti ama içinden bir çekirdek çıktı ve işgale karşı koydu. Çekirdek etkiliydi; zira hem bir lideri vardı hem adanmıştı hem de geç gelen milliyetçilikten yararlanarak halkı örgütlemesini bildi.
İçerde işgale karşı halkın siyasi ve askeri olarak teşkilatlandırılması, dışarda benzer sorunlarla karşı karşıya bulunan Sovyetler’le çıkar ortaklığı iş birliği ortamı yarattı. Mustafa Kemal önderliğindeki milli hareket, doğru ve etkin bir stratejik yönetimle zaferi getirdi. Önce İngilizlerin Kafkasya’da kurmaya çalıştığı Kafkas Seddi’ni yıktı, sonra Çukurova’dan Fransızları uzaklaştırdı. Nihayet Yunan’ı savaşarak Anadolu’dan, savaşmadan Trakya’dan attı. Esas yenilgiye uğratılan ise kimi aklı evvellerin savlarının aksine İngiltere oldu.
30 Ağustos, bu zaferin nirengi noktası olarak Kurtuluş’un mührü, Kuruluş’un da anahtarıdır.
Osmanlı yıkılmış ve Meclis hükumeti tarafından yönetilen yeni ülke ulus devlet olarak kurulmuş ve Türkiye adını almıştır. Emperyalist masa Osmanlı’yı parçalamış ama Lozan’da Türkiye’ye boyun eğmiştir. Lozan’da tescil edilen yeni ülke, kurucu lideri tarafından, “Türkiye cumhuriyetini kuran Türkiye halkına Türk milleti denir” olarak tanımlanmış, “ulus devlet, üniter devlet, laik devlet” nitelikleriyle Türk milleti adı ve Türkiye sanıyla kurulmuştur.
Lozan’da çözülemeyen Boğazlar meselesi, Montrö ile 1936’da çözülmüş, Fransızlarla 1921’de İskenderun Sancağı’na sağlanan özel statü Hatay’ın ana vatana katılmasını sağlamıştır. Lozan’da çözülemeyen Musul’un daha sonra Irak sınırları içine alınması, emperyalizmin uzun uğraşları sonucu tıpkı Atatürk’ün de öngördüğü gibi, bölge coğrafyasını ateşe atan bir mesele olarak günümüze yansımıştır.
Yüz yıl önce İngiltere ve Fransa’nın dayatmalarıyla şekillenen coğrafya, yüz yıl sonra benzer bir durumla karşı karşıyadır. Petrolden sonra denkleme doğal gaz ve su da girmiştir. Meselenin etnik boyutu ise daha çetrefil bir hal almıştır.
Atatürk’ün ülke için dış politikada belirlediği, “Yurtta sulh, cihanda sulh” söyleminde vücut bulan; “komşuların iç işlerine karışmama”, “Arapların kendi aralarındaki tartışmalara katılmama”, “emperyalist ülkelerle ilişkilerde dikkatli olma”, “Ruslarla dostça ilişkileri sürdürme” ilkeleri zaman içinde terk edilmiştir. Özellikle Birinci Körfez Savaşı sonrasında atılan adımlardan başlayarak önce Irak parçalı hale getirilmiş ardından ABD güdümünde ulusal çıkarları hiçe sayarak ümmetçi bir yaklaşım sonucu Suriye’nin parçalanması adeta kaçınılmaz hale gelmiştir.
Suriye’den doğan tehdit ve tehlike devam ederken ABD ve İsrail’in stratejik hedef olarak İran’ı nükleer güç edinmekten alıkoyma ve rejimini kendilerine müzahir bir ülke haline getirme arayışı Türkiye’yi kaygılı kılarken anlamsız bir özgüven eksikliğini tetiklemiş; ülke yöneticilerini milli kimliğini, üniter ve laik yapısını kendi eliyle dönüştürme arayışına itmiştir.
Bölge yeniden savaş tehlikesiyle karşı karşıyadır…
Üstüne üstlük günümüzde Türkiye, 30 Ağustos Zaferi’ni kazandıran ve her bir vatandaşını hem özgür hem de kanunlar ve fırsatlar önünde eşit kılan Cumhuriyeti kuran kadronun niteliklerinden oldukça uzak bir kadro tarafından yönetilmektedir.
Zaferi kazandıran ve cumhuriyeti kurup ve yaşatanlara borçluyuz ve bu borç ancak Türk kimliği altında herkesi eşitleyen ulus devlete, üniter, demokratik, laik yapıya, hukuk devletine sahip çıkılarak ödenebilir.
1924 Anayasası’nın vatandaşlığı düzenleyen 88. Maddesi, ırk ve din ayrımı gözetmeksizin halkı Türk kabul etmiştir. Ülkeyi yönetenlerin ulus devleti ulus devlet gibi yönetmemelerinin sonucu olarak Kürt kökenli vatandaşlarımız arasında devletle gönül bağını zayıflayanların sorunlarına bireysel haklar anlamında kulak vermek hepimizin sorumluluğudur. Ancak emperyalizmin taleplerine uygun olarak ayrılıkçı Kürtlerin giriştiği ve on binlerce insanımızın canına mal olan bölücülüğe dün nasıl karşı konulduysa; Irak ve Suriye’deki gelişmelere rağmen aynı şekilde karşı koyulacağı bilinmelidir.
Ülkeyi işgalden kurtaran ve cumhuriyeti kuran tarihi TBMM’nin günümüz temsilcilerine düşen görev, ülkeyi daha güvenlikli, daha müreffeh ve vatandaşını daha özgür ve eşit kılmak; bölgeye yönelik emperyal tasavvurlara meydan vermemektir.