VINCENT BRENGARTH ve ANTOINE ORY
Avukatlar.
ÇEVİRİ: BEYZA TOPÇU
Fransa İçişleri Bakanı Bruno Retailleau, 28 Eylül günü yaptığı açıklamada “Hukukun üstünlüğü ne dokunulmaz ne de kutsaldır” dedi. Selefi Gérald Darmanin, radikal olduğundan şüphelenilen bir Özbek vatandaşını Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin (AİHM) aleyhteki tedbir kararına rağmen sınır dışı etme girişiminde bulunmuştu. Danıştay’dan bir hâkim, 7 Aralık 2023 tarihli ihtiyati tedbir kararında İçişleri Bakanlığı’ndan, sınır dışı edilen kişinin Fransa’ya dönmesini mümkün kılacak tüm adımların en kısa sürede atılmasını istemişti. Hükümetlerimizin artan güvenlik arzusu, kimi zaman verimliliğin önünde engel gibi görülen yasal denetime bakışı etkiliyor. Hukuk uzmanları, en çok ses getiren haberlerden sonra, özellikle de tekrar tekrar işlenmiş bir suç söz konusu olduğunda, kendilerini suçlamaya meyilli siyasi sınıfın saldırısı altında kalıyor. En abartılı söylemlerden biri de adalet sisteminin aşırı gevşek davrandığı… Oysa tıka basa dolu olan hapishanelerdeki doluluk oranları tarihi zirveye ulaştı. (1)
Avukatlar bu şiddetli söylemlerin tam ortasında yer alıyor. Bu meslek grubu tarafların kendi argümanlarını ifade etme hakkını somutlaştırmakla yükümlü ve bu da yargıçların kararını etkileyebilecek bir güce sahip oldukları anlamına geliyor. Avukatlar, özellikle anlaşmazlıkları çözme görevleri nedeniyle “son savunma hattı” olarak görülse de bu giderek rolleri zayıflıyor. Bu zayıflama, hem düzenlemelerde ve yasamadaki değişiklikler yoluyla hem de siyasi liderlerin, seçmenlerin bir kısmının ve kamuoyunun aşırı sağa kaymasıyla şekillenen bakış açıları üstünden meydana geliyor.
Sanığın haklarını savunurken tehlike altındalar
Yine de avukatlar yargının işleyişinde merkezi bir rol oynuyor. Avukatlar mesleki yeminlerine sadık kalarak onur, vicdan, bağımsızlık, dürüstlük ve insanlık prensipleriyle sanıklarına adalet sistemi içinde destek olmakla yükümlü. Avukatın işin içinde olması, yargılamanın adilane yürütüldüğünün garantisidir ve bu sağlanmadan mahkeme kararının hiçbir meşruiyeti kalmaz. “Adaletin ortağı ve evrensel hukukun evrensel olarak uygulanmasının kilit bir aktörü olarak avukatın görevi, sivil, ekonomik ve sosyal yaşamın tüm alanlarına müdahale etmektir…” Avukatlık meslek usul kurallarının 6-1. maddesinde yer alan bu ifadeler, avukatın rolünün kapsamını anlatmaktadır. Avukatlar hukuki tavsiyelerde bulunmanın yanı sıra, özellikle ceza mahkemelerinde bireyleri temsil edebilir ya da bu kişilere yardım edebilir.
Toplumun hukuki süreçlere daha çok başvurması, avukatlığın geleceğini güvence altına alıyormuş gibi görünse de avukatlar görevlerini yerine getirirken, özellikle de sanığın haklarını savunma noktasında tehlike altında kalıyor. Şüphesiz birtakım ilerlemeler kaydedildi. Fransız hukukunu Avrupa Birliği’nin 10 yıllık yönetmeliğine uyumlu hale getiren 22 Nisan 2024 tarihli yasa, gözaltı sırasındaki sorguların bir avukatın gözetiminde yapılmasını zorunlu kılıyor. Ancak avukatların rolü maddi ya da bütçesel kaygıların yanı sıra, güvenlik söyleminin yol açtığı çok daha sinsi bir dinamiğin de etkisiyle genelde daraltılıyor; bunun sonucunda avukatlar hukuki prosedürdeki usulsüzlükleri gündeme getirdiğinde iyice istenmeyen bir figür haline gelebiliyor.
‘Daha az kısıtlayıcı bir tedbir yeterli oluyorsa…’
Usul açısından bakılacak olursa, geçen yüzyılda savunma haklarında bir artış söz konusu. Örneğin 8 Aralık 1897 tarihli “Constants” yasası, sorgu hâkimi tarafından yargılanan bir kişinin, dava dosyasına erişim hakkı olan bir profesyonelin yardımını almasına izin veriyor. 4 Ocak 1993 tarihli başka bir yasa, gözaltındaki kişilerin avukatla görüşmesine imkân tanırken, 14 Nisan 2011 tarihli bir diğer yasa avukatların gözaltı süresi boyunca sanığın yanında bulunmasına müsaade ediyor.
Bu hakların güç kazanması önce anayasada, sonra da anlaşmalarda yer almasını sağlayan yavaş bir sürecin meyvesi. Anayasa Konseyi 2 Aralık 1976 tarihli bir kararla savunma haklarını Cumhuriyet kanunlarının tanıdığı temel ilkeler arasında saydı. Bu haklar etraflıca tanımlanmamış olsa da özellikle ceza hukukunda taraflar arasında dengeyi sağlayacak adil ve hakkaniyetli bir yargı sürecine işaret ediyor. (28 Temmuz 1989 tarihli karar) Anayasa Konseyi daha sonra bu hakları 1789 İnsan ve Yurttaş Hakları Bildirgesi’nin 16. maddesiyle de ilişkilendirdi: “Hakların güvence altına alınmadığı ve kuvvetler ayrılığının tesis edilmediği hiçbir toplum Anayasa sahibi değildir.” Bu noktada Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’nin koruyucu içtihadına da değinmek gerek. 23 Nisan 1997 tarihli bir kararda, “Demokratik bir toplumda adaletin düzgün bir şekilde tecelli etmesi hakkının sahip olduğu seçkin konum göz önüne alındığında savunma haklarını kısıtlayan tedbirler mutlak bir gerekliliktir. Daha az kısıtlayıcı bir tedbir yeterli oluyorsa o tedbir uygulanmalıdır” denilmişti.
Oysa son dönemde tam tersi yönde bir değişim görülüyor. Fransa’da narkotik suçların etkilerini araştırmak için kurulan senato komitesi, 14 Mayıs 2024 tarihinde, altı aylık bir çalışmanın ardından önerilerini sundu. “Coffre” denen bir prosedürün yürürlüğe konmasını teklif ettiler ki bu prosedürle çelişmeli yargılama ilkesine aykırı olarak avukatların bazı soruşturma belgelerine erişimi engellenecek ve o belgeleri sadece hâkimler inceleyebilecekti. (2) Avukatlar bu bir benzeri görülmemiş öneriyi çok şiddetli itirazlarla karşıladı. Uzun süredir görülen bir eğilimi yansıtan komitenin teklifi, adaletin “etkili işlemesi” bahanesiyle savunma haklarının aşındırılmasını, hatta bazı kesimler tarafından açıkça desteklendiği üzere bu hakların yargının daha sert, hızlı ve tasarruflu hale gelmesi için feda edilmesini öngörüyordu. (3)
Masrafları azaltmak için zorunlu kılınan yöntem
Kaderin cilvesi: Aynı tarihte, 14 Mayıs 2024 günü, mahkemeden cezaevine nakledilen Muhammed Amra adındaki bir mahkûm nakil aracından kaçırıldı ve Incarville otoyol gişesinde çıkan çatışmada iki gardiyan trajik bir şekilde öldürüldü. Gardiyan sendikalarından çok sayıda kişi vakit kaybetmeden yargılamalarda video konferans kullanımının yaygınlaştırılmasını talep etti, Adalet Bakanı da birkaç gün süren istişarelerin ardından bu talebi bir an önce yerine getirme sözü verdi.
Görsel – işitsel telekomünikasyonun kullanımı son yıllarda kayda değer bir şekilde gelişti ve savunma haklarını idari çıkarlar uğruna aşındıran eğilimi belirgin hale getiriyor. Öncelikle bazı mahkemelerin uzak mesafede olmasına bir çözüm olarak düşünülen video konferans, 1998 yılında Paris Temyiz Mahkemesi’nin Saint-Pierre-et-Miquelon takımadalarında alınan kararları inceleme yetkisine sahip olmasının yol açtığı bir anlaşmazlığın ardından, adalarda görevli yargıçların bir dava hakkında iki kez hüküm vermesini önlemek ve Fransa’yı AİHM’de belirtilen adil yargılanma güvencesine uyumlu hale getirmek amacıyla uygulamaya kondu.
Bu yeni araç önce yerel davalarda kullanıldı, sonra da 9 Mart 2004 tarihli “Perben II” yasasıyla hâkimlerin bir davanın davacılarını, tanıklarını ya da bilirkişilerini uzaktan dinlemelerini mümkün kıldı. 2006’dan itibaren isteğe bağlı olarak uygulanan video konferans yöntemi, 5 Şubat 2009 tarihli bir genelgeyle daha zorunlu bir tedbir haline getirildi. Bunun tek nedeni, 5 Şubat 2009 tarihli bir yönergenin mahkemelerden yargısal nakillerin (tutukluların cezaevlerinden mahkeme salonuna getirilmesi) yüzde beş oranında azaltılmasını talep etmesi ve bu hedefe ulaşamayanlara mali yaptırım uygulanacağını açıklamasıydı. “Adaletin düzgünce işlemesi”ne yarayacak bir araç olarak tanıtılan video konferansın kullanımı “soruşturma ve kovuşturmanın gerekliliklerinin meşru kıldığı durumlarda” hâkimin tercih edebileceği bir yöntem haline gelmesiyle cezai yargılamalarda giderek daha fazla kullanılmaya başlandı. Pandeminin daha da yaygınlaştırdığı bu yöntem şu anda yargısal nakillerin yüzde 26’sında kullanılıyor. Hükümetin sunduğu yıllık bütçe performans hedefleri doğrultusunda, 2026 yılına kadar bu oranın yüzde 28’e çıkarılması amaçlanıyor. (4)
Ceza duruşmalarının kalitesinde gerilemeye neden oluyor
Ancak bu teknolojinin hızla gelişmesi, adli tartışmaların niteliği açısından olumsuz sonuçlar doğuruyor. “Ekran bir paravandır.” (5) Bu teknoloji hem hâkimlerin dinleme yetisini etkiliyor hem de duruşma sırasındaki fikir alışverişlerinin spontaneliğini, uzun lafın kısası ceza duruşmalarının kalitesinde gerilemeye neden oluyor. (6) Anayasa Konseyi sanığın bir yıl boyunca mahkemeye bizzat katılmamasına (20 Eylül 2019 tarihli karar) ya da olağanüstü hal durumunda video konferans kullanılmasına (15 Ocak 2021 tarihli karar) izin veren düzenlemeleri, savunma haklarını ihlal ettikleri gerekçesiyle iptal etmek zorunda kaldı. Yüksek mahkeme de aynı zamanda prosedürün önyargılı olduğunu kabul etti.
Sadece ağır ceza mahkemesi bu gidişattan etkilenmedi. Danıştay 27 Kasım 2020 tarihli kararıyla, verilen cezaların ciddiyetini de hesaba katarak, sanıkların bu türden davalara bizzat katılmasının elzem olduğuna hükmetti ve böylece hükümetin Covid pandemisini gerekçe göstererek bu aracın kullanım kapsamını genişletme çabaları boşa çıkmış oldu.
Soruşturma dosyasının etkisinden bağımsız bir karar alma
Bu kez saldırılara karşı koymuş olsa bile ceza adaleti artık sığınak olmaktan çıktı. Ağır ceza mahkemelerinin temel ilkelerinden biri olan sözlü yargılamanın zayıflaması bu durumu gözler önüne seriyor. Bunu 27 Kasım 1790 tarihli raporunda ortaya koyan kişi milletvekili Adrien Duport olmuştu. Duport bu yargılama şeklini “jürinin ve garantörü olduğu özgürlüğü koruma”nın aracı olarak görüyordu. 16-29 Eylül 1791 tarihli yasalarla resmiyete dökülen sözlü yargılama tercihi, jüri üyelerinin sadece duruşmada tartışılan delillerle kanaat oluşturabileceği anlamına geliyordu. Başka bir deyişle, tartışma sırasında gündeme gelmeyen unsurların kararı etkilemesini önlemek için mahkeme üyelerinin karar için müzakereye çekildiği sırada yanlarına dava dosyasını almaları yasaklanmıştı.
Bu prensip, 25 Ekim 1795’te çıkan kanundan başlayarak günümüzdeki ceza muhakemesi kanuna kadar, müteakip rejimlerin benimsediği mevzuatla sistematik olarak korunmuştur. Hukukçular – hem avukatlar hem de yargıçlar – ağır ceza mahkemelerinde bu ilkenin önemine ve sanığa sunduğu güvenceye dikkat çekerler. Bu ilke, sanığın kaderine karar verecek kişilerin ona azami dikkati göstermesini sağlar ve mahkeme heyetinin soruşturma dosyasının etkisinden bağımsız bir bakış açısıyla karar almasını güvence altına alır.
Daha fazla mahkûmu daha hızlı ama düşük maliyetle yargılamak.
İlk darbe, tetkikten sorumlu kişilerin, yani mahkeme başkanını çevreleyen iki yargıcın, dava dosyasının bir kopyasına sahip olmalarına izin veren 2018-2022 planlama yasasıyla geldi. Bu durum, hâkimlerin karar verirken dinleme becerilerinin kalitesinin düşmesine neden olabiliyor. Yine de bu prensibe en şiddetli darbeyi vuran, ceza mahkemelerinin kapsamını genişleten 22 Aralık 2021 tarihli yasa oldu. Bu mahkemeler artık 15 ila 20 yıl hapis cezası gerektiren suçlara – özellikle de tecavüz davalarına – bakıyor. Bu yeni yargı heyetlerinin yegâne özelliği, Fransız Devrimi’nden bu yana ceza mahkemelerinin bir geleneği olduğu üzere kurayla seçilen vatandaşlardan değil, profesyonel beş sulh hâkiminden oluşacak olması. Ağır ceza mahkemelerinin kurallarından farklı olarak bu “profesyonel jüri üyeleri”, mahkeme sırasında dava dosyasına erişim hakkına sahip; bu da ceza duruşmalarındaki sözlü yargılamayı büyük ölçüde azaltan bir yenilik, çünkü nihayetinde mahkûmiyet kararı tamamen ya da kısmen soruşturmaya dayalı verilebilir ve duruşmaların önemi azalır. Ceza mahkemeleri, üç taraflı bir hedefin paroksismal doruk noktasıdır: Daha fazla mahkûmu daha hızlı ama düşük maliyetle yargılamak.
Yargı dünyasının neredeyse tüm aktörlerinin endişelerini ve tepkilerini dile getirdiği bu yöntem, ilk denemeleri karışık, hatta negatif sonuçlar vermesine karşın 1 Ocak 2023’ten beri Fransa genelinde uygulanıyor. Yeni yöntemde duruşmalar genelde daha kısa sürüyor ve kura çekimiyle vatandaşlardan seçilen jürilere para verilmesi gibi masraflardan kaçınıyor olsalar da bu maddi faydalar aslında hâkimlere yüklenen ek iş yüküyle ortadan kalkıyor – bu da zaten personeli yetersiz kalan mahkemelerde kritik bir düzensizliğe neden oluyor. Daha da kötüsü deneme aşamasında ceza mahkemesi tarafından verilen kararların, ağır ceza mahkemelerinin verdiği kararlara göre daha yüksek temyiz oranına sahip olduğu tespit edildi; bu da fiilen ikinci bir yargılamanın yapılmasına yol açıyor ve kamu harcamaları artıyor. (7)
Her halükârda, yasama organı temel bir soruyu gözden kaçırmış gibi görünüyor: Daha hızlı yargılamayla nasıl daha iyi yargılama mümkün olabilir? Ceza duruşmaları genelde süre azaldıkça muhasebesi daha da zorlaşan karmaşık hayatların manzarasını sunar. Duruşmaların süresini kısaltmak, verilen kararın kalitesine ve sanığın çıkarlarına zarar verir. 2015’te son kez görülen Outreau davasında savcı, jüri üyelerinin varlığı, sözlü yargılama hakkı ve çekişmeli yargı ilkesi (8) sayesinde adaletin hatalı bir şekilde tecelli etmesinin önlendiğini açıkça ifade ediyor. (9)
Devrimin mirası olan bir güvenceyi bir çırpıda silip atıyorlar
Öte yandan sanıkların haklarının ihlal edildiğinin en belirgin göstergesi, ceza mahkemesindeki “lehte azınlık” ilkesinin ortadan kalkması. 12. Louis döneminde, Mart 1498’de kabul edilen Blois Nizamnamesi’nde (madde 76) bulunan bu ilke, cezai konularda görüş ayrılığı olması durumunda, suçluluğun ilanı için fazladan iki oy öngörüyordu. Mahkûmiyet kararını nitelikli oy çoğunluğuna bağlayan bu kural, ağır cezalar söz konusu olduğunda kişinin suçluluğuna kesinlik kazandırmayı, başka bir deyişle şüphenin sanığa yaramasını sağlamayı amaçlıyordu.
Lehte azınlık ilkesi, Ağustos 1539’daki Villers-Cotterêts kararnamesiyle Şubat 1549’daki Fontainebleau bildirisi arasında ve Vichy rejimi dışında 500 yıldan fazla bir süre kesintisiz olarak uygulandı. Bu ilke, bir sanığı suçlu bulmak için dokuz oydan en az yedisinin bu yönde olmasının gerektiği ağır ceza mahkemelerinde hâlâ yürürlükte ama ceza mahkemelerinde kaldırıldı. Artık beş oydan üçünün basit çoğunluğu yeterli oluyor.
Hızlı bir hesaplamayla kaçınılmaz bir sonuca ulaşmak mümkün: Bu mahkemenin önünde suçlu bulunmak, halkın jüri olduğu ağır ceza mahkemesi önünde suçlu bulunmaktan istatiksel olarak daha kolay. Bu değişikliklerin Anayasamıza uygunluğu sorgulandığında bu “alimler”, devrimin mirasını – ağır ceza mahkemelerinde jürilerin vatandaşlar olması – ve ceza davalarında yüzyıllardır varolan bir güvenceyi bir çırpıda silip atarak, söz konusu iki mahkemenin birbirinden farklı olduğunu ve dolayısıyla birbirinden farklı kurallar uygulanabileceği açıklamasını yapıyor ve bu konuda bir sorun olmadığını iddia ediyor. (10)
‘Tasfiye edilecek avukatlar listesi’ yayınlayan aşırı sağcılar
Savunma hakkının ve davaların sözlü olarak görülmesinin azalmasının bir diğer kaçınılmaz sonucu da avukatların rolünün azalması. Marsilya Ceza Mahkemesi Başkan Yardımcısı Isabelle Couderc, 7 Mart 2024 tarihinde Fransa’daki Narkotik Suçların Etkilerine ilişkin Senato Araştırma Komisyonu’nun huzuruna çıkarak, “bazı savunma avukatlarının sürekli ve oyalayıcı bir şekilde dava prosedürlerini sorguladığını ve bunun yapıcı olmadığını” dile getirdi. Bu tür yorumlar, avukatlık mesleğinin özüne dokunduğu gibi, popülist söylemleri de körüklüyor. Bu sözlerle yargı sistemindeki yavaşlık ve aksaklıkların sorumluluğu avukatlara yükleniyor.
Aşırı sağcı bir internet sitesi 3 Temmuz 2024 tarihinde “tasfiye edilecek avukatlar listesi” yayınladı. Böyle kaynağı belirsiz paylaşımlara temkinli bir şekilde yaklaşmak gerekse de bunda şaşırtıcı bir şey yok. Bu listeye bakınca cezai ehliyet yaşını düşürmeyi, reşit olmayanlar için uygulanan ceza hukuku sistemini kaldırmayı ve asgari ceza uygulaması getirmeyi amaçlayan Ulusal Birlik gibi bazı siyasi partilerin programlarıyla paralelliği görmemek zor; oysa bu programlar cezanın kişiselliği ilkesini ortadan kaldırmak ve yargılama işini mekanik hale getirmek ve tabii ki savunma haklarını ihlal etmek anlamına.
(1) Fransa’da 1 Ekim 2024 itibariyle faal haldeki 62 bin 279 merkezde 79 bin 361 tutuklu var.
(2) Fransa’da uyuşturucu kaçakçılığının etkileri ve bunun çözülmesi için alınması gereken önlemlere ilişkin araştırma komisyonu raporu no: 588 (2023-2024), Senato, Paris, 7 Mayıs 2024.
(3) Bkz. Philippe Bilger, “Il faut diminuer les droits de la défense !”, Justice au Singulier, 24 Haziran 2024, www.philippebilger.com
(4) Yıllık Performans Planı, Genel Bütçe, 107. Program, Cezaevi İdaresi, 2024, www.budget.gouv.fr
(5) Jean Danet, “La Justice pénale entre rituel et management”, PUR, Rennes, 2010.
(6) “Avis sur la loi de programmation 2018-2022 et de réforme de la justice”, İnsan Hakları Ulusal Danışma Komisyonu, 20 Kasım 2018.
(7) Benjamin Fiorini, “La généralisation des cours criminelles paraît relever de l’absurde”, Le Monde, 2 Ocak 2023.
(8) Çelişmeli yargılama ilkesi, mahkemenin kararını etkileyebilmek amacıyla dava dosyasına sunulan ya da mahkemece kendiliğinden ortaya çıkarılan görüş ve deliller hakkında tarafların bilgi sahibi olması ve bunlar hakkında görüş bildirebilmesi imkânıdır. (ç.n.)
(9) Stéphane Cantéro, “L’Affaire d’Outreau, une terreur judiciaire”, Éditions Dialogues, Le Conquet, 2023.
(10) Conseil Constitutionnel, 24 Kasım 2023, sayı: 2023/1069-1070 QPC, M. Sékou vd.