ANNE – CÉCILE ROBERT
Paris, 12 Ocak 2010. Bütün Ulusal Meclis, kısa süre önce vefat eden parlamento hayatının önemli isimlerinden Philippe Séguin’e saygılarını sunuyordu. Dönemin Meclis Başkanı Bernard Accoyer, merhumun özelliklerinden birine, yani “çok sevdiği ve parlak bir şekilde kendini gösterdiği bir diğer disiplin olan tarihe duyduğu ilgiye” vurgu yaptı. Ardından da şöyle devam etti: “Bu özgün cumhuriyetçinin, Victor Hugo’dan miras kalan gelenekten koparak, III. Napolyon’un anısını rehabilite etmeye giriştiğini, karikatürize edilmiş Badinguet karakterinin yerine, Fransa’yı donatan ve zenginleştiren, modernist ve ortak refahı gözeten bir imparator vizyonunu koyduğunu nasıl unutabiliriz?” Ulusal Meclis Başkanı, meclisin toplanma yeri olan Burbon Sarayı’nda 2 Aralık 1851’te gerçekleşen darbenin utancını şaşırtıcı bir rahatlıkla temizliyordu. Bu darbe ile meclis ortadan kaldırıldı, binlerce muhalif öldürüldü veya sürgüne gönderildi, ardından da polis devleti ve çıkar ağlarıyla anılan İkinci İmparatorluk kuruldu. Accoyer’in hayranlığı, 1851’den sonra 19 yıl boyunca sürgüne gönderilen Victor Hugo’yu haksız çıkardığı için Séguin’e övgülerde bulunacak kadar ileri gidiyordu. Daha sıra dışı olan ise suçluyu aklayan ve onu suçlayanı haksız çıkaran bu eşi görülmemiş rehabilitasyon karşısında, 1789’dan beri geleneksel olarak Cumhuriyet yanlılarının (radikaller, sosyalistler vb.) oturduğu solun sıralarından, ne o gün ve ne de sonrasında bir tepki yükselmiş olmasıydı.
Oysa, “2 Aralık’ın” hatırasının, Fransa’daki siyasi mücadelelerde düzenli olarak gündeme geldiği ve sağdan gelen baskıcı sapmalar ile Sezarcı eğilimleri gayrimeşrulaştırmak için kullanıldığı günler çok da uzak değildi. Sürgünde yazdığı şiirlerden oluşan “Les Châtiments – Cezalar” adlı koleksiyonunda zulme uğrayan Cumhuriyetçilerin acı dolu mücadelesinin anısını yaşatan Victor Hugo da herkesin üzerinde uzlaştığı bir figürdü.
Sadece bir anekdot olmaktan uzak olan bu Ulusal Meclis oturumu, siyasi yaşamın ulusal tarihten giderek koptuğunu gösteren örneklerden sadece biri. Sosyalist milletvekili Jean Jaurès ya da General Charles de Gaulle gibi bazı figürler, unutulmaktan kurtuluyormuş gibi görünseler de aslında mirasları kısmi ve taraflı yorumlarla tahrif ediliyor ve basit folklorik karakterler seviyesine indirgeniyorlar. (1) Hatta kimilerinde bir tür “inkâr estetiği” seziliyor: 2005 yılında, 4 Ekim 1958 Anayasası’nı etkisiz hale getirecek olan Avrupa Anayasa Antlaşması’na desteklerini ifade etmek için generalin Champs Élysées’deki heykelinin önünde ulusal marş Marseillaise’i söyleyen Gaullcüler ya da 2024 Avrupa seçimlerinde giderek daha otoriter ve toplumsal açıdan yıkıcı hale gelen bir projeye onay veriyormuş gibi göstermek için, Pré-Saint-Gervais’de çekilen ünlü Jean Jaurès fotoğrafındaki kızıl bayrağın yerine Avrupa bayrağını koyan genç sosyalistler gibi… 1960’lı – 1970’li yıllarda kamu televizyonunda yayınlanan popüler ve sosyal tarih konuları artık yerini eski rejimin yüceltilmiş figürlerinin ve hayali “Yahudi – Hristiyan köklerinin” hâkim olduğu muhafazakâr ve karşı-devrimci bir yoruma bırakıyor. Philippe de Villiers’in kitaplarına yapılan atıflar ve (kraliyetçi) sunucular Stéphane Bern (France 2) ve Lorànt Deutsch (Métronome adlı kitabı France 5’te uyarlandı) tarafından seçilen program konuları da bunu gösteriyor. Siyasal tarihin unutulması ya da bilinmemesi kimi zaman gülünç yanlış anlamalara da yol açıyor. 2023 yılında Sarı Yelekliler krizini aşmak için “yüz gün” sürecek bir eylem ve yatışma dönemi öneren Emmanuel Macron, farkında olmadan Napolyon’un 1815’teki kısa dönüşünü ve Waterloo’daki sonunu hatırlatmış olmuyor muydu?
Özel İçerik
Bu içerik sadece gazeteye abone olan okuyucular içindir.Yazının devamını okumak için gazetemize abone olmak ister misiniz?
